Türk İstismar Sineması: Türkiye çeşitli kültürlerin birarada olduğu, farklı müziklere, yemeklere, edebiyata ve birçok farklı bölgesinin farklı geleneklere sahip olduğu bir ülke. Şüphesiz ki sinemanın bir toplumun değerleri ve toplumun dolaylı olarak üzerinde büyük bir etkisi vardır. Türk sineması, çoğunlukla geleneksel hikayeler ve kendi sorunları içinde boğulmuş bireylerin oluşturduğu sosyal çevreyle yaşanan iç çatışmalar üzerine yoğunlaşır. Türk sinemasının yerel filmlerle ilgilenmeye başlaması 1887 yılına dayanır ve I.Dünya Savaşı boyunca kendi filmlerini üretir. Savaştan sonraki yıllarda ise her ne kadar teknik açıdan Fransa, İsveç ve Amerika filmlerinden daha kötü durumda olsa da bir çok belgesel ve kayda değer fimler yaratır. 1940’ların sonunda Türk fimleri abartılı gösterişlerden uzaklaşıp sosyal eleştirilerle ilgilenmeye başlar. 1950 sonları ve 1960 başlarında ise İtalyan neo-realism akımından etkilenir.
1950’li yıllar aynı zamanda Türkiye’nin düşük bütçelerle ve basit teknik olanaklarla çektiği fimlerle istismar sineması alanına girdiği dönemdir. Önceleri bu filmler özgün ve bireysel iken daha sonradan uluslararası alanda gişe rekorları kıran filmlerin kopyaları olmaya başlar. Bu yıllarda Türkiye çoğunluğu dikkatsizce çekilmiş binden fazla istismar sineması örneği çıkarır. 1970’lerin başlarında ise yılda yaklaşık 400 film yapılır. Bunlar sonuç olarak bağımsız sinemanın herşeyin anahtarı olduğu ve herşeyin yapılabildiği– her ne kadar kötü olsa da – bir zaman diliminin eseridir.
Türk Sineması’nın istismar türünde verdiği ilk örneklerden biri Mehmet Muhtar’ın Drakula İstanbul’da isimli filmidir. Film Türkiye bir İslam ülkesi olduğu için içinde hiç haçın gösterilmediği ve kutsal su yerine Müslüman drakulamız için Kur’an’ların kullanıldığı dünyadaki ilk örneğidir. Ayrıca Vampirler Kralı’nı kötü kalpli bir kan emiciden çok seçkin bir beyefendiye benzeyen merhum Atıf Kaptan oynamıştır. Mekan Londra yerine İstanbul olmuş ve tarih filmin çekildiği tarih olan 1953 olarak gösterilmiştir. Kaba bir siyah beyaz kombinasyonu kullanılarak oldukça ucuz olarak çekilmiş olup İtalyan yönetmen Renato Polselli’nin The Vampire and the Ballerina’da başarmış olduğu gibi Mina Hawker karakterini basit bir dansçıya dönüştürerek iyice basitleştirilmiştir. Senaryo Stoker’ın kitabına bağlı olduğu gibi ayrıca Ali Rıza Seyfi’nin vampirizmin Türkçe uyarlaması olan 1958 tarihli Kazıklı Voyvoda kitabından da esinlenilmiştir. Senaryo her iki kaynaktan da etkilenmiş olduğundan kimliği bu şekilde birbirinden ayırt edilemez kalmıştır. Hızlıca ve özensizce çekilmiş olduğundan (örneğin Drakula’nın şatosu ucuz bir tablodur) basit ve komik bir çaba olarak gözükse de 1930’ların Universal yaratık fimleri geleneği açısından ortama uyum sağlar.
Köpekbalığı! İnsanların başlıca en büyük korkulardan biri canlı canlı yenmek olduğu için köpekbalığı filmleri her zaman popüler olmuştur. Film yapımcıları Steven Spielberg’ün ünlü filmi Jaws’ı taklit etmediklerini söyleseler de biri Köpekbalığı! diye bağırdığında arka fonda John Williams’ın ünlü soundtrack’i eşliğinde ev yapımı tahta bir yüzgeç ve onu takip eden sahnede plastik bir iskeletin ortaya çıkmasıyla durumun tam da öyle olduğunu söyleyebiliriz. Ama final sahnesi tamamen farklı. Evet gerçekten öyle. Berbat bir köpekbalığı kostümü içinde bir adamın güçsüz bir teneke yığınına yumruklar attığı bir sahne düşünün. Tabii ki film mutlu sonla bitiyor ve insanlar bir disko partisi düzenlerken film sona eriyor.
Jaws Türkiye’nin ilgi gösterdiği uluslararası gişe rekorları kıran tek film değildi. Yine Steven Spielberg’ün filmi E.T de bu furyadan nasibini aldı. Badi (1983), uçan alışveriş sepetiyle, ucuz bodrum katı prodüksiyonuyla o sevimli uzaylıyı başka bir şeye dönüştürmüş oldu.
Hristiyan zeminin Müslüman inançlarıyla değiştirildiği Şeytan (1974) filmi de Exorcist’in ilginç bir kopyasıydı. İlginç olan nokta asıl filmin orjinal soundtrack’inin birebir kullanılması ve içine şeytan giren kızın kafasının kendi etrafında 360 derece döndüğü o ünlü sahne ve çıplaklık, kusma gibi sahnelerinin birebir alınmış olmasıydı. Diğer bir film ise Türk Star Trek olarak da bilinen Turist Ömer Uzay Yolunda’dır. 1974’te çekilmiş bu film ilk Star Trek filmi kadar ünlendi. Türkiye’nin tarihi yerlerinde çekilen filmde bu sefer dizinin orijinal jenerikleri kopyalanmadı ve müzikleri de The Ventures’ın Out of Limits şarkısıyla değiştirilerek bu kez farklı bir yöntem izlendi.
Türkiye’nin fantastik sinema alanındaki belki de en bilinen filmi Dünyayı Kurtaran Adam’dır. Bu film Star Wars, Planet of Apes, Black Hole, Flash Gordon, Moonraker, Raiders of the Lost Ark ve bir çok diğer filmin çekimlerini ve müziklerini kullandı. Bu öyle bir filmdir ki beyninizi öldürür, gözlerinizi yuvalarından fırlatır. Film, Cüneyt Arkın ve ekibi Star Wars’dan çeşitli sahneler gösteren bir ekranın önünde otururken bir patlamayla başlar. Çok düşük bir bütçeyle çekilen bir yapım olduğundan model efektler için stüdyolar yapılamamış ve Arkın bir pilot gibi, asiler kötü adamlar gibi, Ölüm Yıldızı Dünya gibi gösterilmiştir. Kahramanımız güya Princess Leia olan seksi bir fahişeye aşık oluyor, komik görünümlü bir Darth Vader’la ve bir robotla 6 metre uzunlukta aslında tahtadan yapılmış altın bir kılıçla savaşıyor.
Dünyayı Kurtaran Adam tüm zamanların en kötü filmlerinden biri olarak lanse edilse de kamera arkası ve önündeki eksiklerini saf enerjisiyle telafi ediyor. Çok kötü olabilir ama bir çok Hollywood mainstream komedi filminden çok daha eğlenceli. Bu filmi George Lucas’ınkinden ayıran özelliği çok daha fazla şiddet görüntülerine sahip olması. Bir çocuğun kafatası ezilmiş, hatta kopmuş, ve kahramanımızın yardımcıları bunu kokluyor; Türk Darth Vader’ımızın kafası Arkın’ın çıplak elleriyle ortadan ikiye ayrılıyor. Sadece bu da değil; uzaylılar Susam Sokağı’ndaki kurabiye canavarına benziyor ve Lucas’ın ünlü kafetarya sahnesi sanki tehlikeli bir barda çekilmiş gibi duruyor.
Türk Sinemasının bir diğer remake örneği Ayşecik ve Sihirli Cüceler Rüyalar Ülkesinde’dir. Filmde Judy Garland’a benzeyen Ayşecik ve bir tornado ile harikalar diyarına fırlatılan bir köpek, Banju yer alır. Burada Dorothy yani Ayşecik Munckinler gibi giyinmiş yedi cücelerle karşılaşır.
Bir çok Western istismar filmi dahi yeniden çekildi. Öyle bir kadın ki (1979), I Spit on Your Grave (1978) in Türk versiyonu olarak çekildi ve Camille Keaton’ın olduğu orijinal halinden daha çok seks sahnesi içerdiği gibi, bu sahneler yaklaşık 1 saat kadar sürüyordu. Yılda 40 kadar filmde rol alan etkileyici Zerrin Doğan kirli bir melek olarak bakışlarıyla ruhları eritiyor ve gözlerinizi bu güzellikten alıkoymak da pek zor oluyordu. Türkiye’de çok kısa bir süre için açık seks sahnelerini çekmek ve dağıtmak yasal olduğundan bu film hardcore porno sahneleri içeren ilk filmlerden biridir; ancak orijinal, kesilmemiş halini bulmak çok zordur. Çirkin Dünya (1974) ise; üç serserinin bir çift ve oğullarını evde alıkoyduğu orijinal İtalyan ismi La Gang dell Arancia Meccanica olan The last House on the Left (1972) filminin uyarlamasıdır.
Rocky filmi ise 1985’de Kara Şimşek olarak yeniden çekildi. Filmde Sylvester Stallone’nin rolünü oynayan boksör kahramanımız Serdar Kebapçılar; haydutlar, antremanlar ve dansözlerin zar zor hakkından gelirken Bill Conti’nin filmiyle acımasızca dalga geçiliyordu. Serdar, 1986’da ABD’de Rampage adıyla gösterilen filmin Türk versiyonu olan Korkusuz filmiyle geri döndü. Filmin finali ise oldukça histerikti; Serdar koca bir orduyu tek bir bazukayla yerle bir ediyordu. Bir diğer Çetin İnanç filmi de yine bir Rambo uyarlaması olan 1983 yapımı Vahşi Kan’dır. Cüneyt Arkın’ın yer aldığı bu filmde, orijinal film sahne sahne kopyalandı. Stallone’ninkinden fiziksel anlamda daha da yıkıcı olan bu film her ne kadar profesyonellikten çok uzak da olsa, kung fu ve yenilmezliği yücelttiği sahneleriyle hafızalara kazındı.
İnsan Avcısı (1979) filmi de, Death Wish (1974) ve Fernando Di Leo ve Enzo G.Castellari’nin İtalyan polisiyeleri, özellikle de The Big Racket gibi filmlerin öncülüğünü yaptığı intikam filmlerine Arkın’ın bıçak gibi cevabı oldu. Arkın filmde ailesi haydutlar tarafından katledilen bir polisi canlandırıyordu. Arkın polis teşkilatından ayrılarak bir silah alıyor ve tek başına savaşa girişip kanlı bir sonla bitiyordu. Kötü adamlar yaptıkları kötülüklere yakışıcak şekilde ortadan kalkıyorlardı. İçlerinden biri tahta bir kutuya kitlenip fırında yakılıyor; bir diğerinin hayaları bir testereyle doğranıyordu. (Aynı sahne başka bir İtalyan-Türk ortak yapımı olan White Fire filminde de tekrarlanmıştır.)
Son Savaşçı (1982) filmiyle Arkın filmlerine devam etti. Aynı zamanda filmin yönetmeni ve senaristi olan Cüneyt Arkın filmde uzakdoğu dövüş sporlarını bilen gizli bir polisi canlandırıyordu. Film boyunca Arkın ninjaları canları çıkıncaya kadar dövdü. Finalde ise Arkın asıl ninjayı kayalıklarda köşeye sıkıştırıyor ve ninja bir anda alev haline dönüşüyordu. Seyirciyi şaşırtmak için yapılan bu sahnede alev alan aslında bir kartonpiyerdi. Bu prodüksiyon belli ki Sam Raimi’nin The Evil Dead filminden alınmıştı. Her ne kadar mantıksız, komik gibi görünse de Arkın kafaları kopartıp havalarda uçtukça, film eğlenceli bir hale dönüşüyordu. Dikkatli seyirciler farkedeceklerdir ki Cüneyt Arkın, Lucio Fulci’nin A Lizard in a Woman’s Skin filmindeki iki saniyelik bir sahneyi de bu filmde kullanmıştır.
Arkın ayrıca Kelepçe (1982) başka bir deyişle Türk Dirty Harry filmini yönetmiş ve filmde başrolde oynamıştır. Clint Eastwood modelinin örnek alındığı belli olan bu filmde Arkın sigara müptelası sert bir polisi canlandırır. Gençleri uyuşturucuyla zehirleyen haydutları kovalarken daha havalı gözükmek için Ford Granada model araba kullanır. Ama işe bakın ki Arkın’ın kendi oğlu da bir uyuşturucu bağımlısıdır. Ama fedakarlık yapılmak zorundadır ve Arkın tabancası ve karate kuşağıyla işe girişir. Diğer macera filmlerine kıyasla, Kelepçe daha yumuşak bir filmdir ve Arkın dertlenip içtikçe ve hatta ağladıkça karakterinin yumuşak yönlerini de görmüş oluruz.
En Büyük Yumruk (1983) ise Arkın’ın diğer bir aşırı şiddet içeren ve hiperaktif aksiyon filmidir. Film bir James Bond aksiyon filmi olsa da seyirciyi filmin hangi filmlerden sahneler içerdiğine dair tahminler ürettiren bir teste dönüşürüyor. Who Saw Her Die, My Name is Nobody, Violent Rome, For Your Eyes Only gibi filmler kesilip kopyanalarak En Büyük Yumruk’u oluşturmuş ve onu hepsinden daha eğlenceli hale getirmiş. Arkın’ın da Bond karakterini hakkıyla oynadığını söylemek gerek. Arkın’ın önceki bol aksiyonlu filmlerinin aksine Ducco Tessari’nin klasik filmi Tony Arzenta aka No Way Out (1973) filminin bir kopyası olan Bırakın Yaşasınlar (1984), oldukça sıkıcı.
Kasırga (1986) ise tanınmamış İtalyan oyuncuların yer aldığı bir intikam filmi. Müziklerinin Andreas Vollenweider ve Tangerinde Dream’den alındığı filmde çalıştığı gazeteye uyuşturucu madde ve beyaz kadın ticareti ile ilgili dizi hazırlayan bir gazeteciyle, onu engellemek isteyen mafyanın öyküsü anlatılıyor. Karpuzcu (1979) diğer bir deyişle Türk Mr.Majetsky, içinde hardcore seks sahneleri barındıran Charles Bronson’un 1974 tarihli intikam gerilim filminin bir kopyası; filmin başrollerinde Dilber Ay ve Behçet Nacar yer alıyor. Bir saatlik süresi boyunca Karpuzcu, boğaz kesme sahnesi ve oldukça rahatsız edici, uzadıkça uzayan toplu tecavüz sahnesi gibi bir çok vahşet ve seks sahnesi içeriyor. İntikam sahnelerinin çok başarılı olduğu filmde sevgilisine ve mallarına zarar verilen bir adamın intikam öyküsü işleniyor.
Sokakların Kanunu (1986) filminde ise Arkın, karısının haydutlar tarafından tecavüze uğradığını öğrenen bir doktoru canlandırıyor. Sadece bu da değil, kızı da evden kaçıp sonunda ölüyor. İyi doktorumuzun iki tecavüzcünün kellesini karısına gümüş tepside getirip karısının da gayet memnun şekilde üzerlerine tükürdüğü sahne unutulmayacak türden.
Süper kahraman filmleri furyası de pek tabii Türk Sineması’nı etkiliyor. Her nekadar kullanılan düşük bütçeler sebebiyle görsel efektlerde oldukça başarısız kalınsa da eksiklerini baştan aşağı sevilebilir kötülükleriyle telafi ediyorlar. Süper Adam (1971), filmin devamı olarak çekilen Süper Adam İstanbul’da (1972) ve Süper Adam Kadınlar Arasında (1972) da zira öyle. Klink İstanbul’da (1967) ise super kahraman filmleri furyasının doğuşunu hızlandıran film olarak tanımlanabilir. Umberto Lenzi’nin Kriminal filminin başarısından etkilenmiş olan senarist Çetin İnanç yönetmen Yılmaz Atadeniz ile birlikte Türk anti kahramanımıza da aynı şekilde iskelet kıyafeti giydiriyor ve kahramanımız aynı tavırları takınıyor. Fantastik Türk filmleri arasında kült haline gelmiş film, döneminde hasılat rekorları kırmış. Aynı furya Kilink Uçan Adama Karşı (1967) ve Kilink Soy ve Öldür (1967) ile devam ediyor. Aynı kategorideki diğer filmler ise Korkusuz Kaptan Swing (1971), Zagor Kara Bela (1971) ve Zagor Kara Korsanın Hazineleri (1971).
Türk super kahraman filmleri 70’ler boyunca küçük bütçeli, komik ama eğlenceli hikayeleriyle hükmünü sürdürmeye devam ediyor. Avrupalılar seri üretime geçerken Türk Sineması renkli filmleriyle bu rekabette galip gelen taraf oluyor. 1960’ların sonu ve 1970’ler zırva süper kahramanlar için zahmetli bir dönem, bu dönemin filmleri: “Neutron and the Black Mask/Neutrón el enmascarado negro” (1962); “Superargo contro Diabolikus” (1966); “The Fantastic Three/I Fantastici tre supermen” (1967); “Flashman” (1967); “Diabolik” (1968); “Phenomenal and the Treasure of Tutankamen/Fenomenal e il tesoro di Tutankamen” (1968); “Il Marchio di Kriminal” (1968); “Supermen/Che fanno i nostri supermen tra le vergini della giungla?” (1970); “Three Supermen in the West/…e così divennero i tre supermen del West” (1973); “The Three Fantastic Supermen in the Orient/Crash che botte!” (1974); “Amazons and Supermen/Superuomini, superdonne, superbotte” (1975); “The Puma Man/L’Uomo puma” (1980); “Three Supermen in Santo Domingo/Tre supermen a Santo Domingo” (1986); “3 Supermen against Godfather/Süpermenler” (1979: a Turco/Italo co-production Cüneyt Arkin) and “Supersonic Man” (1979).
Tipik bir Yılmaz Atadeniz filmi olan düşük bütçeli Maskeli Şeytan (1970) da eğlenceli bir film. İrfan Atasoy, Feri Cansel ve Yıldırım Gencer’in başrollerde olduğu filmde tarihi eser kaçakçılığı konusu işlenmiş. Yurt dışına altın kaçırmayı planlayan bir çete ile mücadele eden maskeli şeytanın hikayesinin anlatıldığı filmde, dönemin filmlerinde sıkça rastladığımız birbiriyle alakasız kahramanların aynı filmde yer alması olayı karşımıza çıkar.
Çılgın Kız ve Üç Süper Adam (1973) yönetmenliğini Cavit Yürüklü’nün yaptığı, senaryosu Volkan Kayhan’a ait ve başrollerinde Emel Özden, Levent Çakır, Altan Bozkurt, Hüseyin Sarar ve Nubar Terziyan’ın olduğu pandomim özel efektleriyle ve mantığıyla 1930’ların B-filmlerine benzeyen eğlenceli bir film. Ayrıca Nubar Terziyan’ı kötü bir karakterde izlemek oldukça şaşırtıcı. Düşük bütçeli dönemin Türk filmlerinin çoğunda olduğu gibi bu film de izlemesi oldukça keyifli bir fantastik film. Bunun diğer bir örneği de Üç Süpermen Olimpiyatlarda (1984) filmidir, hatta bu filmde Çılgın Kız ve Üç Süper Adam’dan alınmış sahneler görmek mümkün.
3 Dev Adam (1973) fantastik Türk filmleri içinde en çılgın süper kahraman filmi olarak nitelendirilir. Altan Günbay, İhsan Baysal ve Aytekin Akkaya’nın başrollerinde olduğu film Captain America, Santo ve Örümcek Adam’dan bolca örnekler içerir. Bu çeşitleme içinde Örümcek Adam kötü bir karaktere dönüştürülmüştür: İçki içmeyi, sevişmeyi ve insanları değişik şekillerde öldürmeyi sever. Örümcek Adam iyi adamlar tarafından dövülerek öldürülür.
Orijinal kopyaların var olmadığını düşünürsek, Onar Film’in Kilink İstanbul’da filminin DVD’sini yayınlaması büyük bir başarıdır. İtalyan film Killing’den esinlenilmiş bu filmde, Kilink’in amacı gizli bir formülle insan ırkını yokedip dünyayı ele geçirmektir. Neden böyle bir şey istediği belli olmasa da bu tüm kötü adamların amacı ve en iyi yaptığı şeydir. Ama Kilink’in planı kusurludur çünkü ortada bir Türk Clark Kent vardır –süper kahramanımız. Kilink’in kadınlarla arası iyidir ve yumruklaşmaktan çok hoşlanır. Masumları öldürmesi, hiçbir bedel ödemeden işin içinden sıyrılması, genç kızlara işkence etmesi ve pis pis gülerken çenesini sıvazlamasıyla Kilink tam bir “serseriler kralıdır”.
Kilink beyaz perdeye filmin devamı olan Kilink Uçan Adama Karşı ile dönmüştür, Onar Film bu filmi, serinin 3.filmi olan Kilink, Soy ve Öldür ile beraber aynı diskte yayınlamıştır. İkinci filmin girişi 22 dakikalık önceki filmin çekimlerinden oluşur, daha sonra Kilink daha fazla şiddet, sadistlik, macera ve erotizmle kaldığı yerden devam eder. Kilink insan ırkını “ölüm ışını”yla yeryüzünden silmeden once Süper Kahraman gelir ve ışın kılıcını yok eder. Kilink burada şunları söyler: “Güvercinler kartallardan kaçamaz” ve “Ben birlikte çalıştığım insanları incitmem”. Süper kahramanın yumruklarıyla yüzü darmadağın olmuş Kilink’in bu sözlerine şüpheyle yaklaşıyorum çünkü onun için çalışan insanları öldürme gibi kötü bir alışkanlığı vardı. Ama böyle kusurlu kahramanlar eğlencelidir ve Kilink bir Avusturyalı prensesten mücevher çalma peşine düşünce öldürme amacını da bir kenara itmiştir. Kilink’in kız arkadaşı sorar; dünyadaki en zengin adamsın, neden Hawaii’ye kaçmıyoruz? Kilink’in bu umurunda değildir, gene de prensesin mücevherlerini çalar. Niye? Çünkü bunu yapabileceğini göstermek istiyordur. Film çok eğlencelidir ama serinin yapımcısı filmin negatiflerini yirmi yıldan daha fazla zaman önce yok ettirince film sonsuza kadar kaybolma noktasına gelmiştir. Betalar ideal şeklinden daha kötü halde bulunmuş olmasına ve Kilink Uçan Adama Karşı’nın son hali bulunamamış olmasına rağmen Onar Film, finali bir slaytla ve röportajla bitirmiştir. DVDler, aktör İrfan Atasoy ve Komonda Behçet’in de yönetmeni olan filmin yönetmeni Yılmaz Atadeniz’le röportajları da içerir.
Önceki filmlere kıyasla Kilink, Soy ve Öldür daha çok bir yergi, kötü adamın karanlıktaki dansını anlatan bir ajan/macera filmi. Türkiye’nin füze/radar sitelerini detaylı bir şekilde anlatan ve kötü adamların bunun için savaştıkları bir hikaye üzerine kurulu. Bu da problemin zirve noktası zaten. Süper kahramanımız Kilink’likten sıyrılıp daha sevilen bir karaktere dönüşmüş – annesinin şükran gözyaşları içinde bir çocuğu canlı canlı derisinin yüzülmesinden bile kurtarıyor – önceki versiyonlarda olsa kendi çocuğu öldürür ve annesine tecavüz ederdi. Ama bunun yanında da, Kilink önceki kötü yanlarını da göstermekten çekinmiyor, kadınları dövüyor, güzel bir kadını baştan çıkardıktan sonra yumruklayıp balkondan aşağı atıp öldürüyor. Filmin sonunda Kilink gününü yaşamış biri olarak kendini polise teslim ediyor. Bu da onun Türk seyircilere armağanı. Kilink kadınlarla sevişip yaptığı kötülükler yanına kalmış olsa da bu filmde biraz tembelliğe kaçmış. Kilink serisi başka filmlerle de 1967’de devam ediyor: Kilink Caniler Kralı, Mandrake Kilink’e Karş, Kilink Frankenstayn’a Karşı, Kilink, Ölüler Konuşmaz, Dişi Kilink, Şaşkın Hafiye Kilink’e Karşı. 1970’lerin başında maskeli kötü adamımızın adaletten kaçtığı şu filmlerle de seri sürdü: Kilink Ölüm Saçıyor (1971) ve Kilink Kolsuz Kahraman’a Karşı (1974).
Onar Film’in yayınladığı diğer iki film ise Ölüler Konuşmaz ki (1970) ve Aşka Susayanlar Seks ve Cinayet (1972). İlki tüyler ürpertici bir perili köşk hikayesi ve tüm kopyaları yok edildiği için sonsuza kadar yok olduğu sanıldı. Daha sonra bir kopyası tozlar içinde Yeni Lale Film Stüdyosu’nda bulundu ve filmin starı Aytekin Akkaya ile bir röportajı da içeren bir versiyonu daha temiz bir halde seyirciye sunuldu. Ölüler Konuşmaz ki, perili köşk klişelerine ve rahatsız edici bir kahkahaya sahip hortlağına rağmen atmosferi oldukça zengin, modu da çok yüksek bir film. Oyunculuklar vasat olsa da bu gene de filme ayrı bir cazibe katmış. Aşka Susayanlar Seks ve Cinayet, Sergio Martino’nun The Strange Vice of Mrs.Wardh’ın Türk versiyonu. Filmin süresi 1 saatten az. Tipik olarak prodüksiyon diğer İtalyan filmlerden alıntılar içeriyor ve Gastaldi’nn senaryosu Türk tatlarıyla yeniden uyarlanmış şekilde karşımıza çıkıyor. Martino’nun sinemasal inceliğinden yoksun ama uygun bir şekilde şık.
Tarzan İstanbulda (1953) yine Onar Film’in yayınladığı ve elli yıldan fazla süredir kaybolduğu söylenen bir filme göre iyi bir kaliteye sahip. Türk sinemasının teknik açıdan ilkel olduğu bir dönemde, Orhan Akdeniz’in yönetmenliği gayet kendinden emin, belgesel görselleri ve diğer Tarzan filmlerinden alıntılarla da yönetmenliğini göstermiş. Tarzan İstanbul’da, Türk kaşiflerinin Ölüm Dağında saklı bir hazine aradıkları ve içinde tüm klişeleri barındıran hikayesi bir çocuğun Afrika’daki macerasını içeriyor. Ana karakterler dakikada bir egzotik hayvanlarla karşılaşıken yerliler ortama uygun hareket ediyor. Belgesel özelliğiyle Bruno Mattei’nin Zombie Creeping Flesh filmine ilham olabilirdi ama Afrika ormanlarına neden bir Komodo ejderhası salındığı tamamen anlamsız. Tamer Balcı’nın canlandırdığı Türk Tarzan, plastik timsahlarla savaşırken ve evcil maymunu Chitah’ı severken rolünü inandırıcı bir şekilde yerine getirmiş. Film ayrıca iki ilginç ekstraya sahip; ilki kısa bir sahne arkası gösterimi, diğeri de küçük tarzanı canlandıran Kunt Tulgar’la bir söyleşi. Bu söyleşi Yeşilçam hakkında daha fazla şey öğrenmek isteyenlerin ilgisini çekecektir, zira Tulgar Süpermen Dönüyor’da süpermeni nasıl uçurduğunu ve Tarzan Korkusuz Adam’ı nasıl yönettiğini anlatıyor. Tulgar çoğunluğu fantastik filmlerin oluşturduğu bir çok Türk filmi çekildiğini ve bunlardan çok azının kaldığını belirtiyor.
Yönetmen Kunt Tulgar Süpermen Dönüyor ile gözünü Süpermen’e dikince Richard Donner kutsanmış sayıldı. Türk Süpermen Haşim Demircioğlu oldukça uyuşuk bir halde dünyayı kurtarmaktaydı. Türk Lois Lane’in sürekli kaçırıldığı ve Süpermenin onu, insanları altına dönüştüren bir silaha sahip kötü adamdan kurtardığı sahnelerden oluşuyordu. Tabii ki de kötü adamın silahını tutabilmesi için kryptonite’e ihtiyacı vardı ama aslında o bir slayt projektörü olduğundan tutmakta zorlanıyordu. Film, uzayın siyah bir karton önünde yılbaşı ağacı dekorasyonları olarak gösterildiği bir sahne ile başlıyor. Demircioğlu’nun performansı (sahne adı Demir Tayfun), kuşkulu süper kahraman özellikleri taşıyor, elini kesecek diye yumruk atmaktan çekiniyor. Bir röportajında Tulgar, karısının senaryoyu yazdığını ve kostümü onun hazırladığını söylüyor. Ayrıca o sıralarda Demircioğlu askerliğini yapıyormuş. Onun film yıldızı olmasını isteyen Tulgar orduya yalan söyleyip Demircioğlu’nun babasının trafik kazası geçirdiğini söylemiş. Askerden bir hafta izin alan Demircioğlu, bu sürede filmde oynamış.
Demir Yumruk: Devler Geliyor (1973) ise Tunç Başaran’ın yönettiği, başrollerinde Süleyman Turan, Feri Cansel ve Altan Günbay’ın olduğu filmde tabii ki yine dünyayı ele geçirme planlarının süper kahramanımız devreye girince sonuçsuz kalması anlatılıyor.
Kilink’in ekibinin elinden çıkmış olan Casus Kıran (1968) ise DC Comics’in yarattığı bir çizgi roman karakteri olan Spy Smasher’ın üzerine kurulu. Spy Smasher ve arkadaşları, The Mask’i ve onun kötü kalpli arkadaşlarını yerle bir ediyorlar. The Mask dünyayı ele geçirmek istiyor ama Spy Smasher tarafından dayak yiyor. Onar Film kötü haldeki çekimi yenileyerek çok iyi bir iş çıkarmış, şimdi daha bol maskeli aksiyon, vuruş dövüşle izlemesi daha zevkli. Ayrıca diskte yönetmen Yılmaz Atadeniz’le yapılmış bilgilendirici bir söyleşi de yer alıyor.
Ancak çok kısa bir özet olarak burada verebildiğimiz örnekler Türk istismar sinemasının ne kadar geniş olduğunun bir kanıtı. Maalesef bir çoğu da arkalarında solmuş posterler ve anılar bırakarak tamamen yok oldular. Önceleri kayboldu sanılan sanılan ve var olan diğer filmler ise Altın Çocuk Beyrut’ta (1967), Uçan daireler Istanbul’da (1955), Görünmeyen adam Istanbul’da (1955), Turist Ömer (1964), Binbasi Tayfun (1968), Örümcek adam (1966), Turist Ömer Yamyamlar Arasında (1970) ve Bombala Oski Bombala (1972) ve birçok diğer film.
Saymakla bitmeyecek kadar geniş bir arşive sahip Türk İstismar sineması. Yılmayan Şeytan (1973), Tarkan Viking Kanı (1971), Cüneyt Arkın’ın oynadığı The Sting (1974) filminin kopyası Marvin Hamlisch müzikleri ve karate sahneleriyle beraber Belalılar (1974) karşınızda! Daha çok Arkın mı istiyorsunuz? Işkence, kılıç dövüşleri ve şeytansı rahibeleriyle Battalgazi Destanı (1971) ve Savulun Battal Gazi Geliyor (1973) filmlerini bir deneyin. Cemil (1975) de ışıklara yumruklar savurup kendini sigara ile resmen öldürüyor ve bunun daha fazlasını Çöl (1983) de de yapmaya devam ediyor. Attilla Khan çizgi romanından yola çıkılarak yapılmış Tarkan (1969), filmin devamı Tarkan: Altın Madalyon (1972) verebileceğimiz diğer örnekler. Conan the Barbarian’ın Türk versiyonu olan Altar (1985) var bir de. Kara Boğa (1974) Vlad’ın vampir hikayesinin anlatıldığı kanlı bir hikaye, Toros Canavarı (1961)’nda ise bolca kıllı mağara adamları var. Liste uzayıp gider…
Onar Film’in kurucusu Bill Barounis Türk fantastik sinemasına olan tutkusunu anlatırken şöyle diyor: “Bu filmlerin beni neden böyle çektiğini bilmiyorum”. Barounis’in ofisi Türk film posterleri ve videoları ile dolu – sanki zamanın unuttuğu bu filmler onun damarlarından fırlamış gibi. Barounis’in deyişiyle; “Naif stilleri, bir büyü gibi. Renkleri ve yaratacılıkları bana çocukluk çizgi romanlarımı hatırlatıyorlar”. Para için bu işi yapmadıkları belli, sadece daha fazla insana bu filmleri ulaştırma isteği içerisindeler. “Biliyorsunuz, bu filmleri ortaya çıkarıyorum ve tıpkı bir hayran gibi hareket ediyorum, bir tüccar gibi değil. Euro’yu da seviyorum tabii onla da eninde sonunda ilgileneceğim” diyor gülerek Barounis.
Yeşilçam’ın dünyasına dalacak kadar cesur olanlar için, Yeşilçam’ın insanı keyiflendirecek, büyüleyecek ve saf kötülüğüyle beyinlerine çarpacak bir dünya olduğunu söylemek mümkün. Bu yolculuğa kendinizi kaptırdığınız anda dönmek istemeyeceksiniz.
Tolga Demirtaş (tolga@iyikotufilm.com)

İstismar sineması kategorizasyonunu tam olarak kafamda oturtamadım açıkçası, biraz zorlama olduğunu düşünüyorum. Bildiğimiz anlamından farklı bir noktadan bakılmış. Fantastik türk sineması ile ilgili bir yazı olarak değerlendirdim kendi açımdan. yine de inceleme için teşekkürler.
Genel olarak çok güzel ve keyifli bir yazı olmuş lakin başlıkta biraz sıkıntı var 🙂
Zira güzel bir Yeşilçam incelemesi fakat istismar( exploitation) yok diyemeyiz yukardaki örnekler fantastik ağırlıkta umarım devam yazısında diğer örnekleride görürüz.Çünkü böyle güzel incelemelere ihtiyacımız var.Saygılarımla..
Farklı dönemlere ait araştırmanız okunmaya değer. İyisiyle kötüsüyle yıllar sonra unutulmayan eser bırakan sanatçılarımıza ve bunların unutulmaması için bir satır dahi yazan dostlara selam olsun.
Selam Tolga
Turkish explotion cinema yani Türk istismar sineması tanımı ile 2005ten beri kavgalıyım 🙂
Yabancıların buna explotion demesi filmleri anlamamalarından dolayı veya 3 dev adamı seyredip genellemeleri…
Filmleri adam gibi seyretmiş çoğu kişi explotion terimini kullanmıyor rip off remake ve fantastic kavramını daha çok kullanıyor kaldı ki turkish pop cinema kavramı “cuk” diye oturmuş
Karpuzcu da explotiona girer ama yukarıda yazdığın makalede adı geçen sinemaya Sinematik Yeşilçamda üzerine basa basa Fantastik türk Sineması diyoruz 2007den beri…
Bu detay dışında özellikle toparlayıcı bakımdan oldukça güzel bir özet olmuş. Kavramları tartışabilriiz ancak başlığı dışında, yazı ile hem fikirim ellerine sağlık.
Bu yazıdan bazı filmleri seçerek Türk istismar sineması diye bir düzenleme yapmayı ve bu başlığa Fantastik Türk Sineması demeni ben tercih ederim. Hatta istersen kafamdakini bir worde ekleyip sana yollarım.
Aman yazdığımı yanlış anlama. Araştırmaya kazmaya devam 🙂
Merhaba, son derece bilgilendirici ve nette adı geçen filmleri aramaya başlamaya teşvik edici bir yazı olmuş. 🙂
Lakin açıkçası ben de Battal Gazi, Tarkan, Turist Ömer gibi serilere dahil olan dönemin şartlarına göre düşük bütçeli sayılamayacak, kendini çoktan kanıtlamış ünlü oyuncuların yer aldığı, Türk sinemasının basbayağı mainstream sayılan filmlerinin bu kategoriye alınmasını yadırgadım.
Bu arada o filmden o yönetmene, o yönetmenden başka bir alt türe zıplarken sitenize uğradım mı kolay kolay sitenizden çıkamadığımı belirtmek isterim. Herşey için teşekkürler…
Cüneyt ARKIN ın yasaklı filmi Güneş ne zaman doğacak ı da listeye ekleyebilirmiyiz acaba TOLGA ! gerçi politik türde olan film, gösterime girdiği yıllarda toplumsal patlamalara neden olsada bugüne doğru dürüst kopya ile maalesef gelememiştir.Fantastik türk sineması içinde mucizeleri ve süprizleri barındıran sihirli bir kutu gibi.verdiğin bilgiler altın niteliğinde Bravo Tolga DEMİRTAŞ
Güneş ne zaman doğacak filminin bir şekilde istismar sinemasına girmeyeceğini düşünüyorum. Yoksa bütün 90 öncesi dönemini eklemek gerekecek.
Bu konuda hepimizin kafası karışık çünkü durumun kendisi karışık.
Giovanni ustanın dediği gibi Türk sinemasının kendisi fantastik ancak ben bazı türleirn birbirine girmesine karşıyım.
Bu arada bir güneş ne zaman doğacak yazımızı bir göz atın: http://sinematik.blogspot.com/2009/09/cuneyt-arkin-gunes-ne-zaman-dogacak.html
Teşekkürler Utku !
türk sinemasında adını duymadığımız ne ilginç filmler varmış…
Yorumunuz: