Teknik olarak imkânların sınırsız bir şekilde artmasıyla, film sektörü de bundan nasibini aldı. Makyaj sanatıyla birlikte bilgisayar teknolojisinin etkisiyle özellikle korku, fantastik ve bilim kurgu filmlerinde yer alan canavarları, uzaylıları, robotları ve bilumum yaratıkları izleyiciyle buluşturmak bir hayli kolaylaştı.
Her zaman, her gelişme olumlu bir sonuç da doğuramayabiliyor hiç kuşkusuz. Canavar filmlerini sever izleyici için, teknolojinin sonucu ve pek tabi yaratıcılığın eksikliğinden dolayı birbirine benzer yaratıkları izlemek çok da tatmin edici değil. Özellikle 60’lı ve 70’li yılların düşük bütçeyle çekilmiş ama yaratıcıkta sınır tanımayan filmleri ve bu filmlerde gördüğümüz yaratıkları günümüzdekilerle mukayese ettiğimizde o filmlerden aldığımız tadı alamadığımız bir gerçek. Film bittikten birkaç dakika sonra belki de hatırlayamayacağınız bir canavarın, kâbuslarımızda yer alması da beklenemez değil mi?
Tabi ki teknoloji iyi ellerde, yaratıcılıkla yoğrulduğu zaman güzel ve doğru sonuçlar ortaya çıkmıyor değil. Phil Tippett’in Starship Troopers filminde yer alan inanılmaz böcekler, Lord of The Rings’deki Hobbitler, Silent Hill’deki kanlı zombiler gibi. Teknolojinin yaratıcılığın önünü kesmesine izin vermediğiniz anda ortaya güzel işler de çıkıyor. Hollywood’un John Carpenter filmi The Thing ve Ridley Scott’ın Alien filmlerine dönüşü de bu sebeplerle tesadüfi değil.
Son yıllarda yapılan günümüz canavar filmlerinde gerçeklik ya da gerçek olabilecek kadar kusursuzluk ön planda. Fakat benim şahsi fikrime göre bir canavar filminde olmaması gerekenlerin başında gerçeklik geliyor. Ne kadar gerçekçi olursa etkileyiciliğini o derece kaybediyor. Belki de düşük bütçeli canavar filmlerinden aldığımız o tadın en büyük sebebi gerçeklikle uzaktan yakından bağlantısının olmaması.
Tolga Demirtaş (tolga@iyikotufilm.com)
Yorumunuz: