Son dönemlerin en çok ses getiren filmlerinden biri olan A Serbian Film’in senaristi Aleksandar Radivojevic ve yönetmeni Srdjan Spasojevic ile yapılan röportajı İyi “Kötü Film” takipçileri için çevirdik. Keyfini çıkarın…
“Emekli porno yıldızı Milosh, güzel eşi Maria ve 6 yaşındaki oğlu Peter ile kargaşalı Sırbistan’da normal bir aile hayatı yaşayıp, geçimini sağlamaya çalışıyordur. Eski iş arkadaşı Laylah’dan gelen ani bir telefon her şeyi değiştirecektir. Milosh’un parasal sorunlarından haberdar olduğu için, Laylah onu gizemli, tehditkar ve güçlü bir politik figür olan Vukmir ile tanıştırır. Vukmir’in yeni yapımında alınacak bir başrol, Milosh’a ve ailesine ileriki yaşamlarında yetecek parasal desteği sağlayacaktır. Milosh başta bu projeye kuşkuyla yaklaşır çünkü kontratta çekimler başlamadan önce senaryoyu görmenin imkansız olduğu diretilmektedir. Milosh sonunda teklifi kabul eder. Bundan sonra Milosh, son derece sanatsal olan porno filmini çekme konusunda acımasız davranan işvereni ve kaderinin yönetmeni Vukmir tarafından inanılmaz bir acımasızlık ve kargaşa girdabına çekilir. Vukmir ve yandaşları vizyonları konusunda engel tanımayacaklardır. Bu sinema cehenneminden kaçmak ve ailesini kurtarmak için Milosh her şeyini feda etmek zorunda kalacaktır, gururunu, ahlakını, akıl sağlığını ve hatta hayatını.”
Not: Yazar Alexander Radivojevic ve Srdjan Spasojevic’in ikisi de röportajda bulunuyordu ancak Alexander yeterli derecede iyi İngilizce konuştuğu için ikisinin adına soruları cevapladı.
David Harley: A Serbian Film içeriği nedeniyle, birçok izleyici tarafından üst seviyelerde değer verilen bir şeydir ve dürüst olmak gerekirse sağlam bir mide yapısına sahip olmanızı gerektiren şeyler içerir. Size ilk sorum açıkça şu olmak zorunda, “Sizin derdiniz ne dostum?”
Aleksandar Radivojevic: (Kahkaha atıyor.)
DH: Şaka bir yana bu gerçekten izleyen herkesin güçlü duygularını karmakarışık edecek derecede öfkeli ve çok kuvvetli bir korku filmi. A Serbian Film’de bunun ilk tohumlarını atan şey nedir?
AR: Tüm hayatımız boyunca Sırbistan’da yaşadık ve son 20 yıldaki karmaşık ortamı birebir tecrübe ettik. Gerçekten moral bozucu ve korkutucu zamanlardı. Öne çıkan şeyler politik olaylardı fakat her an her şeyin olabileceği bir çevrede yaşamanın verdiği tecrübe ile ortaya çıkan duygular da vardı. Uzun süredir yoğunlaşan ve uzun süredir yığılan bir şey gibiydiler. Ayrıca Sırbistan’da film çekmek oldukça sinir bozucu, gerçekten farklı bir şey ve gerçekten büyüleyici bir şey üretmeniz gerekiyor. Ayrıca sinir bozukluğunun nedeni kendi filmlerimizi yapamıyor olmamız. Sanki Sırbistan’da hakim olan yoğun bir temel anlayış ilhamımızın, fikirlerimizin gözlerini bağlıyor ve hükümet tarafından baskı altında tutulmamız yüzünden ortaya çıkan engellenmişlik ve öfke duygularını bizden uzaklaştırmaya çalışıyorlar. Hayatınızda kaderinizi kendi ellerinize bırakmanızı engelleyen bazı güçler vardır. Kuklalaştırılmışız gibi. Bunlar fikirlerimizi ortaya çıkarma konusunda bize ilham veren şeylerden bazıları. 5 yıl kadar önce, tanıştık ve bir film yapmaya karar verdik, ardından tecrübelerimizden ve duygularımızdan bahsettik ve bu tecrübeler filme karıştı. Özellikle 70’ler Amerikan sinemasının janr fanlarındanız çünkü daha önceleri Sırp sinemasında sunulanlar bir hiç gibiydi. Böylece biz de filmi hayranı olduğumuz janra göre yaptık ve gerçekten önemli, gerçekten ifade etmesi zor fakat söylenmesi gereken şeylerden bahsetmek istedik. Sanat yoluyla duyguları dışa vurmak (Catharthis) o zamanlar Sırbistan’da çok sevilen bir şeydi. Yıkıcı ve gerçekten güçlü bir sanat ile duyguları dışa vurmak insanların ihtiyacı olan bir şeydi çünkü insanlar savaşlar yüzünden duyarsızlaştırılmış gibiydiler ve hayatlarında neler olduğunu onlara sanat yoluyla anlatacak bir soğuk duşa ihtiyaçları vardı. Film yaşanan problemlerin bir mübalağası. Kendi tecrübelerimizi ve hükümet hakkındaki gerçekleri alıp bu tarzın içine karıştırdık ve vahşet ile birleştirdik.
DH: Filmde önemli mesajlar veren bu anlatım tarzını nasıl ortaya çıkardınız? Sizi en fazla neyin etkilediğini düşünüyorsunuz?
AR: Metaforlarla, mecazlarla oynamayı seviyorum. Sade bir metaforu göz önüne aldığınızda resim çiziyor gibisinizdir. “Patronun seni beceriyor” dediğimde patronun seni becerdiğini kafamda çizip, canlandırıp aslında gerçekten seni becermediğini bilmem gibi bir şey. Nasıl hissettiğinizi tasvir ediyoruz. Filmde yaptığımız şey de bu. Otorite tarafından tecavüz edilmiş gibi hissediyoruz, bizdeki yönetim, politika ve sanat konusunda o kadar yasakçı ve dar kafalıdır ki neredeyse her şeyi imkansız kılıyor. Düzenli olarak işe gittiğinizde, durmadan fahişelik yapıyor gibi oluyorsunuz. Bu da filmin pornografik niteliği, yaptığınız her edepsiz şeyde bulunuyor. Film biraz pornografik çünkü ailenizi doyurmak için beceriliyorsunuz. Metaforlara, filmdeki en büyük ilham kaynağımız David Cronenberg gibi yaşam veriyoruz. O her zaman metaforlara hayat verir. Söylediğim gibi, bu sizi beceren patronunuz ve biz size patronunuzun sizi becerişini gösteriyoruz. Çiğnenmiş ve tecavüze uğramış gibi hissediyoruz bunu filmde gösteriyoruz ve bu doğal olarak bu janra uyuyor. Ayrıca Vietnam sonrası sendromu ile de alakalı bu. Demek istediğim, Vietnam sonrası Amerikan sineması dünyanın görebileceği en tepki gösterici, en güçlü ve en ilginç sineması. Brian De Palma, Martin Scorsese, John Carpenter, John Milius, Paul Schrader gibi Amerika’nın en büyük yönetmenleri 70’lerin sonunda ortaya çıkmışlardır ve günümüz sinemasını şekillendiren birçok şey o tepki dönemine aittir. A Serbian Film metaforik açıdan bizim bir çeşit Vietnam sonrası tepki filmimiz. Film tarz olarak da etkilenmiştir ayrıca. Roman Polanski, Brian De Palma, William Friedkin. Elbette William Friedkin. Onun Cruiser ve Sorcerer filmleri. Bu sinema yapımları suratınızda patlayacak keskinlikte ve güçtedir. Bu şu an ülkemizde ihtiyaç duyduğumuz bir şey. Sinema bu kadar cesur olmalı. Dürüstlüğünüz ve içinizdekiler dışarı çıkmalı. Vahşet, yalnızlık ve öfke hakkında hissettikleriniz. Bunların hepsi karmaşık bir şekilde dışarıya çıkmalı. Bu, bunları küçük bir YouTube videosunda gerçekleştirmek demek değil. Biz bunun gerçek bir sinematik tepki olmasını, tarz bir film olmasını istiyoruz. Sırbistan’da yaşadığımızdan, tecrübe ettiklerimiz bizim tecrübelerimiz. Fakat bana göre filmin, otoritenin insan hayatını pisliğe çevirmesi üzerine küresel bir anlamı var. Senaryo konusunda çizgi roman yazarları Garth Ennis, Grant Morrison ve Warren Ellis’ten ilham aldım. Sinemada göz önüne çıkmayan tüm olümcüllüğü kullandım ve bu adamlardan bunu alıp sinemaya çevirmek pek zor oldu. Bunları alıp sinemaya uyarlamamdaki ve 70’ler Amerikan sinemasındaki çaresizlik ile birleştirme konusundaki enerjiyi ilhamımdan aldım.
DH: Film prömiyerini birkaç gün önce gördüğümüz için herkesin aklını karıştıran bir soru var… Dürüst olmak gerekirse bunun üzerinde çok ilginç tartışmalar yaptık…
AR: Bu olağanüstü bir şey. Daha önce filmi bir kez gösterime sunmuştuk ve yabancı izleyicilere sunma imkanımız olmamıştı. Yani kesinlikle büyüleyici bir şey. Bizi büyülüyorsunuz, ülkeniz izleyicileri bizi büyülüyor. Amerikalılar için sinema, genlerinde olan bir şey gibi. Irkınızda aktarılan bir şey sanki. Diğer ülkelerdeki gibi değil. Sanki sinemaya girmek için prizleriniz var gibi, büyülenmek ve doğru şekilde sinemayı tecrübe etmek için orada bulunuyorsunuz. Bugün sinema samimiyetsiz bir şekilde karşılanıyor. Yaşlı entelektüeller fazlaca değişken bir tavır ile sinemayı işe yaramaz bir şey olarak düşünüp değerlendiriyor ve bu durum karşısında ağzımız açık kalıyor. Filmimizin karşılanışını sevdik.
DH: Peki filminizin bir sonraki gösterim yeri neresi olacak? Bu tarz bir tepki ve karşılanmayı denizaşırı yerlerden bekliyor musunuz?
AR: Birçok festivalden telefonlar alıyoruz. Brüksel, Fantasia, Stockholm, Sitges… tüm bu festivalleri ziyaret edeceğiz. Kendi ülkemizde göstermeye çalışmadan önce filmin tüm dünyada görülmesi gerektiğini hissediyoruz. Bu durum Sırbistan’da cidden karışık. Buna karşı duyarsızlar fakat kaçtıkları, göz ardı ettikleri bu şeyleri düzeltme yandaşı da durmuyorlar. Bunu ülkemizde gösterebiliriz, kesin olmayan şey ne kadar çok insana ulaşacağı. Tüm bu festivallerden sonra, özellikle bundan sonra, insanların bu filmi konuşuyor olmaları onlar için teşvik edici olacak. Yabancıların filmden ne anladıklarını görecekler ve böylece dağıtımcılar filmi yayınlamak isteyecekler. Filmi sansürsüz yayınlama şansı bulacağız ve film şu an tamda istediğimiz gibi. İşte bu bizim tasarladığımız gibi bir film. Zorla sansürlemeler ve kesmeler yok.
DH: Rating uyarısı olmaması bu durumu çözecek mi?
AR: Bu tek değil, fakat bu filmden sonra eğleneceğiz. (Gülüşmeler) Önayak olacağız. Malum Sırp sinemasında yeni bir akım var. Mladen Djordjevic yapımı The Life and The Dead of a Porno Gang isimli bir filmimiz var mesela ve Brüksel gibi birçok festivalde gösterildi. Sırp sinemasında bir sürü şey gerçekleşiyor, yeni yönetmenlerin otoriteler tarafından insanca muamele görmemesi buna örnek. Büyük sandalyelerinde oturan Metuşelahlar (İdris peygamberin oğlu) gibiler.
DH: En başta söylediğime gelecek olursak, geçen gece filmi izlerken sanırım insanların Cannibal Holocaust ‘u ilk gördüklerinde ne demek istediklerini anladım çünkü film öyle bir şey ki size “Aman Tanrım!” cümlesini söyleme isteği uyandırıyor çünkü çok uç ve beklenmedik bir yapım zamanımıza göre. Hissediyorum ki A Serbian Film insanların birbirlerine izlemelerini önereceği ve izleme konusunda meydan okuyabileceği eski efsanevi exploitation filmleri gibi.
AR: Son yıllarda verilen o tepki kayboldu. Sınırları zorlayan tarzda pek fazla film olmuyor artık. Ahlaksızlık ya da ona benzer bir konuda dünya rekoru kıracakmışız gibi. Hayır, aklımızda böyle bir şey hiç olmadı. Sadece anlatacağımız bir hikaye var. Tahminlere kapalı ve ne olacağı belli olmayan en iyi 70’ler filmi fikrimi anlatmak istiyorum. Kuvvetli bir şekilde hissediyorum ki, tekrardan o şekilde bizi heyecanlandıracak filmler istiyoruz. Sanatın sınırı olmamalı çünkü eğer olmazsa sanat duyguları daha fazla yansıtır. Sanat ne kadar vahşi olursa, gerçeklik o kadar ehil olur. Kesinlikle birbirleriyle bağlantılılar, sanat ve gerçeklik.
DH: Filmdeki kesin çizgiyi hatırlamıyorum fakat yönetmen pornografi ve sanat arasındaki çizgiyi geçme tarzı bir şeyden bahsediyordu.
AR: Filmin üzerindeki eleştiri bu, bu nedenle post-modern bir film.
DH: Tam da bundan bahsediyorken, çizgiyi geçmek ve uç sahneler sunmak konusunda izleyicilere karşı bir zorunluluk mu hissettiniz? Filmde o çizgiyi geçen ya da bulanıklaştıran bir nokta var mıydı?
AR: Hikayemizi en etkili ve en uygun şekilde anlatmaya çalışıyormuşuz gibi bir şey bu. Ayrıca bir şeyleri zorlamanın iyi ve iyileştirici bir şey olduğunu düşünüyoruz. Bu duyguları açığa vurmak (carthartic) ve iyi bir şey; sanatı zorlayarak yapılır. Ayrıca ilhamımız tarafından oluşan duygularımızın çok güçlü olduğunu düşünüyoruz ve böylece güçlü şekillerde gösterilip uç metaforlarla kullanılmalılar. Ciddi anlamda çiğnendiğimizi düşünüyoruz ve bunu gözler önüne sermek istiyoruz. Film görsel bir medyum ve biz bunu göstermek istiyoruz. Filmdeki kahraman ayrıca bir açıdan da kurban çünkü piramidin en uç kısmında değil. İnsanlar tarafından yapmak istemediği şeyleri yapması için aklı çeliniyor.
DH: Sansasyonalizm ve iyi anlatım ile mesaj verme konusundaki dengeyi kurmada nasıl bir yaklaşım içindeydiniz?
AR: Filmdeki bazı sahneler gerçekten bazı insanlar için çok aşırı. Böyle bir durum bir sahnede görüntülendiğinde her zaman “Aman Tanrım! Bu filmi izlemiyorum!” diyen insanlar olur.
DH: Biliyorum ikiniz Almanya’da kötü şeyler yaşadınız, içeriğinden dolayı filminizin senaryosunu basmadılar.
AR: (Gülüşmeler.) Filmi basmadılar. Bu inanılması güç bir durum. Filmleri yakma modası Almanya’da hiç bitmeyecek.
DH: (Gülüşmeler)
AR: Bu, basım bitmek üzereyken ve iş neredeyse bitmişken gerçekleşti. Laboratuarda iki aydır kopya üzerinde çalışırken bize geldiler ve filmin içindeki bazı yerleri basma konusunda emin olamadıklarını ve polis çağırıp avukatlara danışmak zorunda olduklarını belirttiler. Neden diye sorduk ve bize içerikte bazı şeylerin şüphe uyandırdığını söylediler. Polisler bizimle konuştu ve öyle bir konuştular ki sanki filmin içindeki bazı sahneler öldürme videolarındaki gibi gerçek. Çok saçma bir durumdu çünkü hangi manyak bir öldürme videosunu 35 mm üzerine çeker? Polislere senaryoyu ve her şeyi vermek zorunda kaldık. Yalan söylemediğimizden emin olmaları gerekiyordu. Benzer bir durumu ikinci kez yaşadık.
DH: (Gülüşmeler) Peki sonunda nerede basımı gerçekleştirdiniz?
AR: Budapeşte’de, ikinci seferde… Filmin içeriğiyle ilgili tüm sorumluluğun bize ait olduğunu, tüm mesuliyeti üzerimize aldığımızı belirten bir anlaşma imzaladık. Basımı bu şekilde gerçekleştirdik.
DH: Sırbistan hakkında konuşursak ve ülke olarak karşılaştığınız politik değişiklikleri ve problemleri göz önüne aldığımızda, orada film çekmeyi zor bulur musunuz?
AR: Hayır Sırbistan komünist bir ülke gibi değil, ancak filmi yaptığımızı bilen insanların yorumları buna sebep oldu. Ölseydik mutlu olabilirlerdi. (Gülüşmeler) Sanki bizi öldürecek gibiydiler, bahsettiğim patronun sizi becerme olayı gibi, cezalandırılmadığımızı görmek istemeyeceklerdi. Kesinlikle Sırbistan’da bazı güçlü duyguları harekete geçirdik fakat ayrıca başka bir grup da var: hayranlar. Onlar bizimle ülke ve sinema hakkında aynı şeyleri paylaşıyorlar. Böyle bir şey kendi ülkelerinde çekildi diye sevinçten havalara uçuyorlar.
DH: Böyle bir film kadrosu oluşturmaya nasıl başladınız? Filmin içeriğinde ısrar eden birileri oldu mu?
AR: Bu film aslında bizim ilk seçeneklerimizle doluydu. En büyük Sırplı aktörlerden bazıları bu çalışmada yer aldı. İki ana karakter, Vukmir ve Milos bugün en büyük iki Sırplı aktör tarafından oynandı. Bu filmi daha da etkili yapan şeydir; iyi oyunlar çıkarttık. Bu adamlar Oscar’lık iş çıkardılar ve bu, “Onlar bu filmde ne arıyorlar” dedirten bir şey. (gülüşme) Bilerek ya da bilmeyerek aynı duyguları paylaştılar. Bu yüzden oradaydılar, konuyu ve yapmaya çalıştığımız şeyi sevdiler.
DH: Senaryo üzerinde birlikte çalıştılar ve belli ki onlarla aynı düşünce ve idealleri paylaştınız, ancak bu süreç boyunca filmleştiremediğiniz birşeyler oldu mu beyler? Kendinizle dalga geçmek zorunda kaldığınız ya da parasal olarak dengesiz bir durum oldu mu?
AR: Hayır, gayet sağlıklı bir işti. Aslında senaryoyu asla peyaz perdeye aktarılmayacak olan bu şeyden daha önce yazdık. (gülüşmeler) Sadece birbirlerimize fikirlerimizi sunduk ve filmleştiremeyeceğimizi ya da kesmek zorunda kalacağımızı düşüneceğimiz hiçbirşeyle karşılaşmadık. Herşeyi açıkça verdik. Burada en büyük soru bu her zaman doğru mudur yoksa değil midir sorusuydu? Doğru ise, gerçek ve doğru metafor mudur? Güçlü sinema için güçlü zevlerimiz var ve bu yüzden gerçekten korkuyoruz. Hikaye nereye gittiyse, biz onu izledik.
DH: Filmde duran pek çok önemli parçanın pratikte oldukça büyük etkileri var – hiç bilgisayarda oluşturulmuş görüntü hissetmedim…
AR: Hayır, hiç yok.
DH: O sahnelerden bazılarını oluşturmak nasıldı? Ne tip bir sFx takımınız vardı? Zaman ve bütçesel sınırlılıklardan dolayı işiniz etkilendi mi?
AR: Bu bir şeker hikayesinde çocuk olmak gibi bir şeydi. Bizim etkilerimiz Miroslav Lakobrija, Serbian Tom Savini ya da Rob Bottin gibidir. O çok iyi. daha fazla şey yapacak parası olsaydı, onun işleri insanları daha da büyüleyecekti. Film düşük bütçeyle çıkarıldı. Filmi ucuz olması için yazdık, bi sanat eseri yazmadım, bu bütçeyle başarılamayacağını biliyorduk. Çektiğimiz herşey kullanıldı.
DH: Filmi gördüğünüzde, festivallere gittiğinizde ve nihayetinde film Sıbistanda gösterildiğinde, sırada sizin için ne var? Birlikte başka bir film yapıyor musunuz? Daha önceden üzerinde çalıştığınız birşeyler var mı?
AR: Bir kaç patlayıcı fikrimiz var, ancak bu gerçekten filmin algısına bağlı. Bu film bizzat Srdjan tarafından bağımsız bir şekilde finanse edildi, sonraki projelerimiz için sponsorlara ihtiyacımız var. Bu yüzden, bunu finanse edebilecek birileri var mı bilmeliyiz. Ancak; “bu son filmimizden daha da hasta ruhlu olmasını istiyoruz” düşüncesiyle ikinci filme girişmeyeceğiz. Hayır, daha sessiz birşey ama yoğun olacak.
DH: Yine aynı türde mi yoksa tamamen farklı birşey mi?
AR: Bu türün sınırları var, evet. Bazı türlere benzeyebilir belki ama, daha önce hiç görmediğiniz bişey.
DH: A SERBIAN FILM gibi mi. (gülüşmeler)
AR: (gülüşmeler) Hayır, daha önce gördüğünüz bişey değil, bundan emin olabilirsiniz.
İlginç bir röportaj. İlk olarak çeviri için teşekkürler. İyi kötü film sitesi gözümde her zaman çok özeldir. Tolga Demirtaş ve arkadaşlarına hayranlık duyuyor ve teşekkürlerimi gönderiyorum. Yaptığınız işler mükemmel.
Filme gelince. Ötekisinema vasıtasıyla haberdar olup yazın izlemiştim. Açıkçası beni rahatsız eden bir film oldu. Ama film izlemek her zaman yeterli olmuyor. Eğer anlamadığınızı düşünüyorsanız yorumlar okumalı, eleştirileri analiz etmelisiniz. Filmi izleyip derdini anlamadığım filmler oluyor arada. Bu da onlardan biriydi. Ama hakkında nerede olsa okuduğumdan en sonunda bir fikir edinmiştim. Yönetmenler de bunu bizzat söyleyince açıkça gördüm. Faşizan rejimi eleştiren bir ülkenin sinemacıları olarak gördüm filmi sonunda. Ancak burada bir sorun görüyorum. Konuya ilgili, ilgisiz milyonlarca insana ulaşacak bir filmin bu kadar sert ve aşırı sahnelerle dolu olması bir yana ama derdini açıkça anlatıyor mu o konuda hala emin değilim. Her yöne çekilebilecek anlatım, yönetmenler tarafından bu şekilde bariz bir şekilde açıklanmadıkça bence pornografiden öteye gitmiyor. Filmin sorunu da bu kanımca. Derdini tamamen belirsiz, uçlarda bir tarzda anlatmaya kalkması…
filmi izledikten sonra,ilk işim internetteki yorumlara bakmak oldu.İnsana durmadan kırmızı boyalar(kan) ve sadist mazoşizt taklitler yapan oyuncuların bağırış çağırışları ve gerilimi tırmandrmak yerine bir bitse de kurtulsak diye sıkıntıdan patlatan bir müzikle anlatılmak istenen ne imiş,heriflerin derdi neymiş cidden merak etmiştim.izleyici yorumlarına şaşmamak elde değildi.Kimisi bir kova kustuğunu,kimi de bundan sonra bir yıl karıya kıza yaklaşmayacağını söylüyordu.Durmadan sağa sola sıçrayan kırmızı boyalardan,sözde ızdırabın ve sadistçe zevklerin ifadesi olan eşek anırmasına ve köpek ulumasına benzeyen şeylerden nasıl bu kadar etkilenilir,şaştım doğrusu.Çünkü durmadan kan,durmadan şiddet ve sapıklık gösterisi yapan bir film en fazla onbeş dakika etkiler sizi;ondan sonra sizi şaşkınlığa,korkuya ve tiksintiye imek için elinden gelen cazgırlığı yapan bir filmle aranıza mesafe koyar ve sıkıntı içinde beklemeye başlarsınız,belki gerçekten ilginç bir şey olacağı umuduyla.Yani ulaşmak istediği hedefi asla tutturamamış filmin bir de derdi ne olduğu üzerine düşünmek hakikaten külfet.Ne var ki,sinamaseverlik dediğimiz şey,böyle sıkıntılara da katlanmayı gerektiriyor.Bence bu sıkıcı filmden bu kadar etkilendiğini söyleyenler,sinema üzerine doğru dürüst kafa yormamış naif izleyiciler.Kendi adıma sinema sanatı için yapılmış hiç bir şeyi reddetmem.Ne şiddeti,ne pornografiyi ne sadizmi ne de ahlakdışılığı.Yeter ki,kan gibi akan o kırmızı boyaların boşuna akmadığına inanayım.İnanın dostlar,korku ya da depresif film böyle yapılmaz.Sanat filmi asla!Normalde insanın rededeceği her şeyi ard arda yığmak,insanı korkutmak,germek ya da derin derin düşündürmek için yeterli değildir.Çok daha az şiddet unsuru içermesine rağmen,bundan çok daha ürkütücü filmler var.Mesela yönetmenini ve özgün adınıhatırlayamadığım Japon korku filmi:Ölüm provası.O film,Sırp Filmi’nin ulaşmaya çalıştığı hedefi çok daha az şiddet ve minimum pornografi ile on ikiden vuruyordu.Çünkü o filmin yönetmeni,insanların kırmızı boyanın gerçek bir kan olduğuna hangi koşullar içinde inanacakları konusunda esaslı bir fikri vardı.Sırp Filmi’ni yapanların bu denli sinema kültürü yok ne yazık ki.Filmlerinin ses getirmiş olması,içeriği ve düzeyi konusunda gerçek bir fikir vermez.Çünkü bu kadar pornografik unsur barındıran fim ne denli iğrenç olsa da,alıcı bulacaktır.Ama bu filmi yapanların amaçları yalnızca provokatif bir film yapıp ilgi çekmenin ötesinde gerçek bir sanat yapıtı ortaya koymaksa,daha alacakları çok uzun yol var.Bu arada izleyici yorumlarından birinde,filmin porno sektörünün gerçek yüzünü ortaya koymaya çalışan saygıdeğer bir çaba olduğunu söylüyordu.Peki her türlü pornografiden nefret ederek çekildiğini varsayarsak,Sırbistan üzerine,mutlu sırp aiesi üzerine söylediği tumturaklı lafları nereye koyacağız?Aslında o yorumdan edindiğim fikir şu :Film aslında saygıdeğer bir kanalda ilerleyebilirmiş.Fakat sinema dilini iyi kavrayamamış yazar ve yönetmenin aşırı vesvesesinin kurbanı olmuş.
Gerçekten çok cesur bir film.Yakın zamanda yapılmış günümüz sosyopsikolojik ve psikolojik sapkınlıkların bir yansıması.İnsanın ilkel benliğinin hırslarıyla birlikte ne kadar aşırıya kaçabileceğini görtermesi açısından filmi beğendiğimi söyleyebilirim.
Yorumunuz: