Macaroni Combat, 60-70’li yılların para kazanmak için çekilmiş Hollywood filmlerinden esinlenilmiş İtalyan savaş filmleridir. Genellikle gişe rekorları kıran çeşitli Amerikan yapımlarının isimlerini ve konularını kullanırlar. Nam-ı diğer İtalyan yankileri olan deneyimli aktörleri kullanırlar ve bunlar genellikle kendi ülkelerinde unutulmaya başlanmış aktörlerdir.
Spagetti Western’le ya da Polizio türleriyle, Hollywood’da bu başarı dalgasıyla yeni tür filmler çekilmeye başlandı. The Dirty Dozen, The Guns of Navarone ya da Battle of the Bulge yerine And The Guns Still Thunder, The Battle of El Alamein, Commandos ve Eagles Over London gibi Roma’da ya da Mısır çöllerinde çekilmiş filmler yapıldı. Bunlar düşük beklentili ve oldukça mütevazı filmlerdi.
Bu giriş bölümünden sonra, bu filmlerin her bir detayını inceleyeceğiz (oyuncular, mekanlar, film müzikleri, vb.). bu türün nerde başladığına ve başarılı (ve/veya başarısız) olduğuna bakacağız.
Daha önce de bahsettiğimiz gibi, her şey Amerikan yapımı gişe rekorları kıran savaş ve macera filmlerini, para kazanmak için taklit etmeye yönelik tipik bir İtalyan fikri olarak doğdu. The Guns of Navarone, The Great Escape, Where Eagles Dare, The Bridge on the River Kwai v.b. gibi macera, romantizm ve şiddet içeren savaş filmlerinin geleneksel kurallarını birleştirebilen filmler çok revaçtaydı. Elinden gelen aranjmanın en iyisini yapmaya çalışan yönetmelerin arasında Brescia, Castellari, Lenzi, Loy, Siciliano, Ferroni gibi yönetmenleri saymak mümkün. Kendilerine rağmen, filmlerin başarısı sınırlıydı çünkü değerli bir şeyler eksikti.
Giorgio Ferroni tarafından yapılan The Battle of El Alamein’da, çölde tanklarla yapılan savaş ve tarihsel olaylarla ilgili pek çok sahne vardır. Daha sonra, Mino Loy tarafından yapılan ve çöle sevk edilmiş askeri devriyenin konusunun anlatıldığı “The Battle of the Desert” ise güzel bir savaş filmi olmasının yanı sıra, kazananlar ve kaybedenler arasındaki insani ilişkiyi analiz etmektedir. Çölde çekilen filmde birçok güzel doğa sahnesi mevcuttur.
Bir diğer film ise Commandos. Lee Van Cleef’in Sergio Leone’nin spaghetti westernlerinde yaptığı gibi gerçek gerilim anlarıyla savaşı çarpıtmaya çalışarak aktardığı bir film Commandos. Gözetleme ve gözetlenme, aldatan ve aldatılan arasındaki bakışların değişimini nasıl unutabiliriz ki? Filmin senaristleri arasında 80’li yıllarda birçok Stallone, Noris, Schwarzenegger ve Van Damme filminin yapım şirketi olan Golan-Globus’un kurucularından Menagem Globus da yer almakta.
Henry Silva, Possibility Zero filminde The Guns of the Navarone filmindekine benzer bir karakteri canlandırmakta. Bu filmdeki farklılık çekimlerin Norveç’de olmasıydı. İntihar komandolarının, Norveç fiyordunun kalbinde yer alan Alman üssünü patlatmaları gerekiyordu. Mekandan ayrı olarak film tipik bir Akdenizli ve bazı belirgin tarihi gerçekler, filmin konusu, sinematografi ve müzikler oldukça iyiydi. Film ayrıca içinde düzeyli bir gerilim de barındırıyor. Filmle ilgili ilginç noktalardan birisi de senaryonun Dario Argento tarafından yazılması.
Şimdiye kadar bahsettiğimiz filmler savaş temalarını daha ciddiye alan filmlerdi. Fakat Enzo G. Castellari’nin filmleri esprili, basmakalıplardan uzak yapımlardı. Tarantino’nun ilgisini çeken de içinde mizah unsurunu barındıran, bu tarz yapımlardı. Five For Hell, The Seven Marsa Matrou, The Guns Still Thunder, Kill Rommel!, From Hell Ardennes, The Battle of Sinai gibi.
Bazı insanlar için tarihi filmler saçma görünebilir. Bugünün yapımları ile karşılaştırıldığında hiç kan sıçraması ve hiçbir kötü kelime yoktur, seks sahneleri eksiktir, genellikle iyi adamlar kazanır ve kötüler kaybeder. Psikolojik bir hezeyan ya da felsefi yorumlar yoktur. O yıllar İtalyan ekomomik patlamanın olduğu (2.dünya savaşından sonra), kadınların özgür olduğu ve gençlerin okullarda ve üniversitelerde mücadele vermeyi bıraktığı yıllardır.
Bu filmlerdeki aktörler 1960-1970’li yılların İtalyan B filmlerinden görmeye alışık olduğumuz aktörlerdir. Spagetti westernleri, korku, Gialli ve casus filmlerinde yıllarca uğraşan bu aktörlerin birçoğu İtalyan, diğerleri de yurtdışından emekli aktörlerdi.
Bu filmlerde sıklıkla karşılaştığımız aktörlere baktığımızda; Henry Silva, George Hilton, Guy Madison, Frederick Stafford, Klaus Kinski, Horst Bucholtz, Anton Driffing, Ettore Manni, Ivan Rassimov, Ray Lovelock, Van Johnson başta geliyor. Yönetmenin istekleri doğrultusunda bukalemun gibi her rolde oynayan bu aktörler, kimi zaman isyankar bir askeri, bazen şeytani nazi subaylarını, casus playboyları ve zaman zaman kaçakları canlandırıyordu. Güzel bir kamuflaj, bir nazi üniforması, sarıya dönebilen kahverengi saç, tek camlı bir gözlük ve bir sigara ya da makineli tüfekle bunları yapmak mümkün olabiliyordu.
Macaroni’de, Alman subaylar her zaman sert, cesur, uzlaşmaz ve dürüstken (bazen!) Amerikalılar her zaman yaramaz, açık yürekli kadın avcılarıydı. İngiliz askerler her zaman burnu büyük ve zoraki gülen askerlerken, İtalyanlar anti-militaristti. Alman Naziler de şeytanın somut örneğiydi.
Yönetmenler için, oyuncularda da olduğu gibi aynı şeyler geçerlidir. Brescia, Castellari, Lenzi, Massaccesi, Garrone, Ferroni, Siciliano gibi yönetmenler hakkında bahsedeceğimiz türdeki ‘’üstadlarımızdır’’. Hepsi de minimal bütçelerle harekete geçebilecek insanlardır. Bunu, zombilerle kuşatılmış adalar, içinde silahlı çatışma olmayan bankalar, adam kaçırmalar, tecavüzler, barbarlar ve evrende yıldız savaşları olmadan bile yapabilirler. Düşük bütçelere rağmen filmlerinde bolca tank savaşları, kovalamacalar, ateş etmeler, gerillalar tarafından saldırılar, bombalamalar vb. vardı. Bu filmlerde genellikle türler kombin edilirdi. Çöl tepelerindeki bazı düellolarda Spagetti western tadı varken Normandiya’daki ajanlar da James Bond ve benzeri filmlerdekiler gibidir.
Birkaç istisna dışında, konular genellikle “Dirty Dozen” tarzındadır. Kötü adamlar, kaçaklar, döneklerden oluşan intihar komandolarının etrafında dönüyordu genel olarak hikaye. Konu çoğu zaman aynıydı: barajların patlamaları, yakıt depoları, istasyonlar, üstün silahlar ve çok gizli askeri tesisatlar.
Bununla beraber düşmanlar ise daha önce karşılaşmadığımız türdendi. Alman Nazi ordusu kusursuz Wehrmacht subaylarıyla doluydu. Askerler genellikle makineli tüfeklerle vurularak ya da alçak Yankee’lerin top gülleleriyle ölürlerdi. İyiler (Amerikalılar ya da İngilizler) daima kazanır, kötüler (Almanlar) kaybeder, İtalyanlar ise her zamanki gibi berabere kalır! İtalyan askerleri her zaman savaşı reddeden ve sadece karısını ve kendi insanlarının güvenliğini düşünen barışçıl adamlar olarak sunuldu.
Alman Nazi askerlerinden bahsederken, genellikle duygusuz ve sert bir Nazi subayını oynayan Klaus Kinski’den bahsetmeden olmaz. Kinski, kariyeri boyunca farklı karakterde askerlere de hayat verdi. Kimi zaman yakışıklı bir Amerikan askerini ya da Kraliçenin çirkin ve sempatik olmayan askerlerinden birini de oynadı.
İyi bir savaş filmi iyi bir bütçeye sahip olmalıdır. Askerlerin üniformaları, silahlar, tanklar ve uçaklar filmin geçtiği zaman periyoduna benzemelidir. Bu filmlerin en önemli ayrıntılarından biri de uçak kullanılmasıdır. Genellikle statik ahşap modeller, radyo kontrollü ya da kablo güdümlü modeller kullanılır. Bazı durumlarda uçakları destekleyen kablolar bile görünür! İt dalaşları her zaman fotoğraf kareleriyle sunulur ya da Alman ve Amerikan uçaklarına ateş ederken çekim uçağın kokpitinde geçer.
Filmde beliren birkaç kadın karakter ise sofistike saç şekli ve makyajıyla birlikte salon dışından gibi görünür! Normandiya çıkartmasında o makyajın yüzlerinden nasıl olup da akmadığının açıklaması yok tabi ki!!
Filmlerde geçen mekanlar genellikle 1944 yılının Fransa’sı ve Kuzey Afrika’dır. Gerçekte ise, İtalya’nın merkezinde, kırsal bir arka plana sahip bir mekan, terk edilmiş bir taş ocağı, Roma’daki De Paolis stüdyoları, İspaya’daki Almeria ve Mısır çölleri set mekanı olarak kullanılır.
Bu filmlerin afişleri genellikle oldukça iyidir. Hollywood süperstarları gibi takdim edilen aktörlerin isimlerinin yanı sıra büyük tank savaşları, bombalı saldırılar ve Avrupa’yı fethetmeye hazır binlerce asker tasvir edilir. Ne yazık ki, bu numaralar bu yapımlar için çok tipiktir ve seyirciler daha sonra çok da etkileyici olmayan bir atmosferle, tanklarla, farklı yapımlardan geri dönüştürülmüş zırhlı araçlarla ve yeniden kullanılmış üniformalarla karşı karşıya kalır.
Şüphesiz ki İtalya besteciler ve şarkıcılar açısından oldukça verimli bir ülke. Bu filmlerin müzikleri genellikle başarılıdır. Müziklerle gerilim, saldırı, savaş ve takip anlarının altlarını çizerler. Süslü tema müzikleri daha çok iç gözlem ve romantik anlarda ve finalden önce verilir. Film müzikleri konusunda önemli isimlere bakacak olursak; Stelvio Cipriani, Carlo Rustichelli, Riz Ortolani ve Bruno Nicolai’yi görürüz.
İtalyan film yapımcıları kısıtlı bütçeler ve aktörlerin, teknisyenlerin ve ekipmanların eksiklikleriyle Amerikan klasiklerini onlar kadar iyi yapmaya çalıştılar. Ne yazık ki, savaş filmleri silahlar, mekanlar, araç ve üniformalar yaratmak için büyük bütçeler gerektiren filmlerdir. Bunlar olmadan, vasat ve saçma bir yapımın içine düşme riskiniz vardır. Bununla birlikte İtalyan yönetmenleri tebrik etmek gerekir ki düşük koşullarda, saygın, içten ve seyircinin isteklerini yerine getirmeye çalışırken bu vasat ve saçmalığın içine düşmeden iyi sonuç veren işlere de imza atıyorlar.
Tolga Demirtaş (tolga@iyikotufilm.com)

- Etiketler: And The Guns Still Thunder Anton Driffing Battle of the Bulge Brescia Bruno Nicolai Carlo Rustichelli Castellari Commandos Dirty Dozen Eagles Over London Ettore Manni Ferroni Frederick Stafford George Hilton Golan-Globus Guy Madison Henry Silva Horst Bucholtz Inglourious Bastards İtalyan savaş filmleri Ivan Rassimov Klaus Kinski Lee Van Cleef Lenzi Loy Macaroni Combat Menagem Globus Possibility Zero Quentin Tarantino Ray Lovelock Riz Ortolani Sergio Leone Siciliano Stelvio Cipriani The Battle of El Alamein The Bridge On The River Kwai The Dirty Dozen The Great Escape The Guns of Navarone Van Johnson Where Eagles Dare
Yorumunuz: