Film Halil Redzepi’nin (Dzemail Maksut) Orta Doğu’ya yaptığı yolculukta variola vera hastalığına yakalanması ve o zamanın Yugoslavya’sına dönmesiyle başlar ama çok geçmeden kendimizi bütün gerekli elementleriyle bir pembe dizi ortamı içinde buluruz: kadın personelin çoğuyla ilişki kurmuş ama yeni gelen ve profesyonel olduğu kadar güzel de olan doktor Danka Uskokovic’e (Varja Djukic) yaklaşmayı başaramamış itici bir tip olan Dr. Grujic (Serbedzija). Dr. Markovic (Dusica Zegarac) ile bir geçmişi olan hastanenin başhekimi Dr. Dragutin Kenigsmark (Erland Josephson). İdari müdür Upravnik Cole (Rade Markovic) ise Grujic’in yatağa attığında emin olmanıza yetecek kadar hafifmeşrep olan Slavica (Vladica Milosavljevic) ile birliktedir. Uzun süredir hastanede yatan hastalar, odacılar ve ziyaretçiler de bulunmaktadır ve ortam o kadar kaotiktir ki Redzepi’nin içeri girdiğini ve ta ki kan kusana kadar bekletildiğini fark etmezsiniz ve hastaneyi karantinaya almakta ısrar eden uzman doktor Magistar Jovanovic (Aleksandar Bercek) dışında hastanedeki kimse bu semptomları çiçek hastalığı ile bağdaştırmaz.
1980’lerde çekilmiş olmasına rağmen Variola Vera 10 sene önce meydana gelmiş olan bir olayı anlatmaktadır ve 70lerin filmlerinin havasına sahiptir. Bunu yaparken sadece 1972’nin Belgrad’ını yeniden canlandırmakta iyi bir iş çıkarmakla kalmaz ayrıca genel gerilimli atmosfer ve iyi karakter çalışması ile de dikkat çeker. Demir Perdenin diğer yanından gelen Jaws/Star Wars öncesi paranoid gerilim filmlerinin tam bir yansıması ve devletin panik yaratmaktan kaçınmak amacıyla değil de Batı’ya geri kalmış görünmek istememesi nedeniyle salgın haberlerini susturmaya çalışması gibi bir alt senaryo ile olay örgüsü tamamlanıyor. Gerçekten de Amerikalıların Soğuk Savaş sırasında ortaya koyulan Doğu Avrupa prodüksiyonlarından beklentilerinin aksine yazar/yönetmen Goran Markovic devlet kurumlarının yolsuzluk ve/veya işlevsizliğini gözler önüne sermekte hiç zorlanmıyor.
Stil ve tarih bir yana bu harika bir karantina filmi. Hepsi sempatik olmasa da seyircinin kolay alıştığı ve virüse yakalanmadan önce onları tanıdığı geniş bir oyuncu kadrosuna sahip. Markovic bu felakete cesur bir bakış sunmaktan ödün vermiyor –masum ve sevilen karakterlerin ölümlerini bize izlettiriyor, çirkin ve acılı bir ölümün nasıl olduğu hakkında iyi bir fikre sahip olduğumuzdan emin oluyor ve olaylar ilerlerken gerilim ve umutsuzluk seviyesini artırıyor. Birden bire ortaya çıkmış gibi görünmemesini sağlayarak yeni derinlikler katmak kolay bir iş değildir ama Markovic trajedi ile gerilim arasında harika bir nokta bularak bunu başarıyor.
Bunun işe yaraması için iyi bir kadroya ihtiyacınız olur ve bu filmde oyuncuların tamamı güçlü. Filmin yıldızları Rade Serbedzija ve Varja Djukic ve filmin seyircinin bayağı bulacağı romantik sahneleri zorlamamasından iyi faydalanıyorlar. Daha önce de söylediğim gibi Serbedzija, onu sadece kariyerinin daha sonraki yıllarındaki İngilizce konuşulan roller ile hatırlayanlar için hoş bir sürpriz ve Serbedzija bize Grujic’in en iyi ve en kötü yanlarını ortaya çıkartan umutsuz şartları gösterebiliyor. Sinemadaki ilk rolüne soyunan Djukic ise Danka rolü için son derece uygun bir seçim –genç ve idealist, ayrıcalıklı eğitimi nedeniyle özel muamele görmeyi istememesiyle samimi ama Djukic onun bu eğitimin bir eseri olduğunu unutmamamızı sağlıyor. Ve bu ikili başrollere sahip olsalar da yardımcı oyuncu kadrosu, Dusica Zegarac’ın saçmalığa yer vermeyen kıdemli doktorundan Aleksandar Bercek’inaksi ve deneyimli çiçek hastalığı uzmanına kadar bir o kadar güçlü.
Sanırım “Variola Vera” salgın filmlerini değerlendirirken benim için bir karşılaştırma standardı haline gelecek; gerçek bir hikayeden alınmış ama gerçeklere dayanan dramların hepsi bu kadar orijinal bir his vermez ve kurgusal filmlerin de çoğu bu kadar gerilimli değildir.
Tolga Demirtaş (tolga@iyikotufilm.com)
https://www.youtube.com/watch?v=TDzuV615Ehg
Yorumunuz: