Vampiros Lesbos yönetmenliğini Jesus Franco’nun yaptığı, Bram Stoker’ın kısa hikayesi “Dracula’s Guest” den esinlenmeler taşıyan, bir erotik gerilim filmi. Avrupa istismar sinemasının oldukça başarılı işlerinden olan bu film, kimilerine göre Franco’nun da ustalık eserlerinden birisi.
Filmin konusu kısaca şöyle; Linda Westinghouse (Ewa Strömberg) Simpson&Simpson avukatlık bürosunda çalışan bir avukattır. Rüyalarında ise sürekli kendisini çağıran bir kadın görmektedir. Bir miras olayı ile ilgili görüşmek üzere genç ve güzel kontes Carody’nin (Soledad Miranda) adadaki evine gider. Nadine Carody’e Kont Dracula’dan miras kalmıştır. Nadine’in büyüleyici güzelliğinden etkilenmemenin imkanı yoktur ve Linda’nın rüyalarında kendisi çağıran kadın Kont Dracula tarafından vampire dönüştürülmüş Nadine’den başkası değildir. Nadine ile aralarında başlayan yakınlaşma filmin de temellerini oluşturur. Bu yakınlaşmadan rahatsız olan Linda’nın erkek arkadaşı, okültizm ile ilgilenen bir doktordan yardım alır ve Linda’yı Nadine’nin etkisinden kurtarmaya çalışır.
Filmi Türk izleyiciler için ilginç kılan en büyük etken ise filmin İstanbul’da geçiyor olması. İstanbul’u Jess Franco’nun gözünden hem de en önemli filmlerinden birisinde izlemek heyecan verici. Filmi daha önce DVD de seyretmiş olmama rağmen İstanbul Film Festivali kapsamında, beyazperdede izlemek ayrı bir keyifti. Bu keyfi salonu dolduran birçok kişi yaşayamamış olsa da (saçma sapan sebeplerle olur olmaz her şeye gülen bir izleyici topluluğu) benim için güzel bir deneyimdi.
Bir vampir filmi olmasına karşın filmde alışılagelmiş olan Hıristiyan imgelerine (kilise, haç vb.) rastlanmayıp bolca camii görüntüsüne yer verilmiş.
Vampiros Lesbos, harika müzikleri, alışılmışın dışındaki kamera açıları, yarattığı rüya atmosferi ve Jess Franco’ya özgü soft seks sahneleri ile Franco’nun en usta işlerinin başında geliyor. Soledad Miranda ve Ewa Strömberg ise belki de sinema tarihindeki en ateşli lezbiyen çift olarak karşımıza çıkıyor. Vampiros Lesbos kimilerine göre ucuz, sıkıcı ve tahammül edilemez gelebilir ama bu sadece hikayeye odaklanmış bir film değil, sanat ve trash’in içiçe geçtiği harika bir karışım.
Filmi unutulmaz kılan etkenlerden bir tanesi de kesinlikle müzikleri. Bunda kuşkusuz Jess Franco’nun jazz altyapısı yatıyor. Belki de sinemayla tanışmasından daha da eskilere dayanan müzik tutkusu, filmlerinde de etkisini gösteriyor. Özellikle Vampiros Lesbos’da psychedelic müzik ritimleri filmin her sahnesinde izleyiciyi derinden etkiliyor. Manfred Hubler ve Sigfried Schwab’ın imzasını taşıyan filmin müziklerinin bir segmentini Tarantino’nun Jackie Brown filminde de duymak mümkün.
Ayrıca film Jess Franco’ya özgü küçük dokundurmalar da içeriyor. Örneğin, Linda’nın bir psikiyatra sorunlarından bahsederken, psikiyatrın not aldığını sandığımız bir anda defterine sadece anlamsız resimler yapması ve ona sıradan birinin bile verebileceği telkinlerde bulunması, Jess Franco’nun aykırı yönünü anti-psikiyatr bir tavırla gözler önüne seriyor.
Vampiros Lesbos’dan bahsedip Soledad Miranda’yı da es geçmek olmaz tabii ki. Miranda, Jess Franco’nun Lina Romey ile birlikte fetiş oyuncuları arasında yer alır. Soledad Miranda’nın ani ve zamansız ölümü, Franco üzerinde büyük bir etki yaratmıştır. “Soledad’ın küçük bir reenkarnasyonu” dediği Lina Romey ile bu boşluğu doldurmaya çalışmıştır.
Trash filmleri seviyorsanız, bu türün zirvesindeki filmlerden biri olan Vampiros Lesbos’u mutlaka izlemelisiniz. İzlediyseniz bile eğer fırsatınız varsa İstanbul Film Festivali kapsamında ikinci gösterimi önümüzdeki günlerde gösterilecek olan filmi, bir kere de beyazperde de izleme keyfini yaşayın.
- Etiketler: art-house Bram Stoker Classic 1970s sexploitation horror Dennis Price Dracula’s Guest European exploitation Ewa Strömberg Heidrun Kussin İstanbul Film Festivali Jaime Chávarri Jess Franco Jesus Franco José Martínez Blanco Lina Romey Manfred Hubler psychedelic exploitation Sigfried Schwab sleazy Soledad Miranda Trash Vampiros Lesbos
cumartesi akşam gittim ama çarşamba günkü film için yer bulamadım çok pişmanım doğrusu keşke daha önce haberim olsaydı
en azından sinemada izleme şansını elde ettiğin için şanslısın yilan.
filmi 29. istanbul film festivali kapsamında sine pop simemasında izledim salonu dolduran güruh kitle gülmekten pek rahat vermedi. ancak bunca boktan çoğunluk yine de bu kültle yüzleşmeme engel olamadı. warhol,fassbinder,morrissey,jarman ve franco… hepsi benim için mutlak değer…
Niye güldüler ki? Film komik değil.
Ayrıca, üzgünüm Tolga ama ben de bu filmi sıkıcı bulurum. Jess Franco’nun iyi filmlerinden değildir kuşkusuz ki. Soledad Miranda sayesinde izlenir sadece.
Yorumunuz: