iyiköfüfilm

16
Ağu
2012

The Sentinel (1977)

Korku Filmleri kategorilerinde yayınlandı. Yorum Yok

*Her zamanki gibi sürpriz bozan içermektedir.*

Yüksek bütçesiyle Hollywood filmi yakıştırmasının kabalık olacağı, İtalyan filmlerinden aşina olduğumuz kibarlığı kullanan, kült hale gelen, aynı zamanda giallo havasında ilerleyen bir film “The Sentinel”.

Jeffrey Konvitz’in aynı adlı romanından uyarlanan film için biçilen doksan iki dakika yeterli olmamakla beraber, tahmin edilebilen kurgusu boyunca yönetmen Michael Winner, karakterlere çok fazla dalmadan tipleri tanımamıza olanak sağlamış. Jeffrey Konvitz, -ismi nerden tanıdık geliyor derken ortaya çıkan- 1974 yapımı “Night Of The Dark Full Moon” ya da

genel bilinen adıyla “Silent Night,Bloody Night” ın yapımcısı olduğu ayrıca prodüktörlüğünü yaptığı işlerinden diğer ikisi olan, rahmetli Leslie Nielsen’lı filmleri “2001: A Space Travesty” ve “Spy Hard”, künyesinde denk gelinebilir.

Pek çok büyük oyuncu barındıran filmin konusu; nevrotik model(geçmişi yüzünden) Alison Parker (Christina Raines)’ın Brooklyn’de Brownstone Apartmanı’na taşınmasıyla gelişen olaylar. Tek kişiye ait olan ama odalara bölündüğü için pansiyon şeklinde kiralanabilen Brownstone Apartmanı ve apartmanın sakinlerinden, en üst katta yaşayan, yaptığı tek şeyin pencereden bakmak olduğu vurgulanan, kör Rahip Halliran(John Carradine) en merak uyandıran sakini oluşturmakta. Onun haricinde yeni tanıştırılan tipler; bir kolunda kedisi ile diğer omzunda kuşuyla birlikte Alison’a rehberlik etmeyi görev edinen yan komşu Charles Chazen(Burgess Meredith) ile lezbiyen tuhaf dansçı çiftimiz. Alison’un tek destekçisi, -Child’s Play ve Fright Night’tan da aşina olduğumuz- evlilik hazırlıkları içindeki erkek arkadaşı başarılı avukat Michael Lerman(Chris Sarandon). Babasıyla ilgili travmatik anıları yüzünden zor günler geçirirken sık sık bayılan ve neyin gerçek neyin hayal olduğunu ayırt etmekte zorlanan başkahramanımız, gördüğü kabuslar ve imgelerle birlikte sevgilisi ile birlikte dedektifçiliğe soyunur. Tahmin edileceği üzere, derini kazdıkça kendini tuhaf olayların içinde bulur.  Hikayenin kilit noktalarından biri de, ölmek üzere olan rahip ve görevini devam ettirebilecek yeni bir bekçiye ihtiyaç duyulmasıdır. Daha önceden intihara teşebbüsleriyle günah geçmişi bir hayli kabarık olan Alison, bekçilik görevi için seçilmiş kişidir.

Perili köşklerin ‘başroldeki kurban’larının aslında en başından beri oraya ait olma durumu olayını farkettirmek adına yapılan girişimlerde pek bir olağan dışılık yok. Filmin sonlarında ortaya çıkan Brownstone Apartmanı’nın aslında cehenneme açılan geçit görevi görmesi ve pencerede duran kör Peder Halliran’ın bu geçidi koruyan bekçi olduğunu öğrenmemizle birlikte hızlanan akış, film boyunca iblislerin ortaya çıktığı formlarla birlikte gayet eğlenceli. Asıl bombalar ise; BombaI: Lezbiyen çifti canlandıran tuhaf ikilinin koltuklu sahnesi! Bayan Engstrom’u (yaşlı olan)canlandıran Sylvia Miles ile Sandra’yı (genç olan) oynayan Beverly D’Angelolu koltuklu sahne; Sylvia Miles’ın beş dakikalığına sahneyi kırmızı kıyafetli Sandra ile Alison’a bırakmasıyla birlikte Sandra’nın mastürbasyonu sırasında suratındaki mimikleriyle çok daha renkli bir hal alıyor!

BombaII: Başrolde kedinin olduğu doğum günü partisi(ilk bomba kadar olmasa da). Hepsinin birer katil olduğu sonradan ortaya çıkacak parti üyeleriyle birlikte Alison ve masada toplanan sekiz katilin Tod Browning’in “Freaks” ine çakılan selamla, Alison’un Bay Chazenla birlikte kol kola zıpladığı sahneyle bunu pekiştirmesi.

BombaIII: Giallo havasında ilerleyen film boyunca içki olarak viskiye yer vermemeleri bir hayli ilginç, sürekli şarap-şampanya ikilisi var.

Ek olarak Dedektif Rizzo rolünde gencecik bir Christopher Walken var (üzücü ama çok fazla yerde göremiyoruz). Fotoğrafçı Jack rolünde de Jeff Goldblum var fakat o kadar kısa gözüküyor ki tuhaf kaçmış. Akılda kalan tek repliği “Alison’un nesi var?!”. Ayrıca lezbiyen çiftin duvarlarında asılı olan bale afişlerine yapılan vurguyla birlikte çiftimizin yamyamlığıyla birlikte -ki sonlara doğru- genelde John Waters’ın filmlerinde kullandığı mizansen kıyafetlerle bunu süslemesi. Avukatın duvarını süsleyen Harry Houdini afişi de ilerde karşımıza çıkacak olan bol ucubeli, ‘elephant man’li sahnelerde “sahne-sirk-freak” temasının ipuçlarından. Diğer yandan çok şiddetli gore sahneler barındırmamasıyla birlikte yaratıklarda kullanılan tekniklerin haricinde çok daha fazla filme esin kaynağı olmuş yapımla ilgili aynı zamanda Lucio Fulci’nin “E Tu Vivrai Nel Terrore!L’aldilà/The Beyond(1981) unda çocuklukta geçirilen travmatik depresyonlarıyla birlikte, Ghostbusters(1984)taki geçit-kapı-hayalet-bekçi-kıyamet temalarının “The Sentinel” den izler taşıması. Kafamı kurcalayan bir ayrıntı; 1997 yapımı Taylor Hackford yönetmenliğinde “The Devil’s Advocate” in referanslarında “The Sentinel”dan bahsetmemesi/göstermemesi ilginç geldi bana. “The Sentinel”ı önce veya daha sonra izleyen biri rahat bir şekilde anlayabilir bunu. Bir de Alison’un ölen babasının kılığındaki iblis formunun ‘Silent Hill’deki “armless man” ile olan çarpıcı benzerliği çok eğlenceli! 

Yönetmen Michael Winner; bilinenlerinden 1974 yapımı “Death Wish”in yanında, 1946 yılının Humphrey Bogart ve Lauren Bacall’lı “The Big Sleep” i 1978’te yeniden çekerek tekrar gündeme getirdi.  3.7 milyon dolarlık yüksek bütçesiyle aynı zamanda b film olabilme ilginçliğini barındıran “The Sentinel”, korku filmlerinden aşina olduğumuz John Carradine ve Chris Sarandon la birlikte Martin Balsam, Jose Ferrer ve Burgess Meredith’i aynı anda görme şansına erişirken sanki eski “The Twilight Zone” serisinin bir başka versiyonu gibi!

Yağmur Özdemir

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

Facebookta paylaş Twitterda paylaş Mail ile gönder



  1. Henüz yorum yapılmamış.

Yorumunuz:


İyiKötüFilm Hakkında
İyiKötüFilm Röportajlar
İyiKötüFilm Bağlantılar
Extreme Haribo Giallo For Dummies Immoral Tales Kahramanlar Sinemada Korkucu Once upon in a time in Western Öteki Sinema Sinematik Ters Ninja

İyiKötüFilm Feeds


İyiKötüFilm
yeni