Geçtiğimiz günlerde vizyona Saklı-HIDDEN 3D adlı biri film girdi. Son dönemlerde rastladığımız her üç boyutlu korku filmi gibi eleştirmenlerden oldukça kötü puan alan film, içgüdüsel olarak merakımı o kadar cezbetti ki, film hakkında şöyle bir bakınayım dedim. Yalnız merakımın beni filmi seyretmekten ziyade altyapısına yönlendirmiş olmasını, filmden aldığım kokunun, sevdiğimiz tarz “kötü” olmamasından kaynaklandığını belirtmem gerek. Lafı uzatmaya gerek yok. Senaryo hanesinde, “Uyduruk olabilirim” izlenimi veren, bizdeki Necmi-Necmiye benzeri (örnekler çoğaltılabilir) Alan-Alana Smithy isimlerinin olması bir yana, orijinal hikayenin iki İtalyan’a ait olduğunu görmek, korku ve İtalyan deyince kan dolaşımım durduğundan, araştırmamı derinleştirmeme neden oldu.
Filmin orijinal hikâyesi Mariano Baino ve Carolina Cataldi-Tassoni olmak üzere iki isme ait. Tassoni’yi, Dario Argento ve Lamberto Bava filmlerinden hatırlayan çıkacaktır belki ama Mariano Baino’nun ismine aşina olmak o kadar kolay olmasa gerek. Aslen kendini korku türüne adamış kısa filmci olan Baiano, ilk uzun metrajlı filmi Dark Waters ile çeşitli festivallerde ödül almış, ismini Bergman ve Argento’nun isimleriyle aynı cümlede geçirtecek kadar başarılı bulunmuş.
Söz konusu film Dark Waters (Temnye vody), 1993 yılı yapımı. Korku edebiyatı severleri, Lovecraftvari bir hikâye anlatması müsebbibiyle tatmin etme potansiyeli taşıyan film, korku türüne bağlı istismar sineması aşıklarını da memnun edeceğe benziyor. 1970-80’lerde çekilen filmlere, hikâye ve görsel açıdan saygı duruşu niteliği taşıyan film, bende neo-giallo Amer’deki gibi bir hissiyat bıraktı.
Şöyle bir yüzeyden baktığımızda film mekan, karakterler, anlattığı konu vb. özellikleriyle tamamen “klişeler” üzerine kurulmuş. Kısaca film, yeni bir şey söylemiyor. Ama öyle bir maya tutturmuş ki, doğru yerden bakan kişi için mevzubahis “klişeler” yerini, rahibelerin ellerinde haçlarla tepede silüet oluşturmalarının La Noche De Las Gaviotas / Night of The Seagulls’ı (1976) hatırlatması gibi başka filmlere bırakıyor.
Kabaran bir deniz ve deli gibi yağan yağmur altında çöken bir kilisede ölen rahip ve bir kız çocuğundan üzerinde canavar tasviri olan tılsımı alarak kayalıklara çıkan rahibenin şeytani bir güç tarafından öldürülmesiyle açılan film, rahibelerin tuhaf ayinleriyle devam ederken, genç bir kadın olan Elizabeth (Louise Salter), babasının ölümünün ardından, adadaki manastıra neden parasal yardımda bulunduğunu öğrenmek için adaya doğru yola çıkar. Yağmurlu bir gecede adaya ulaşmak için kendisini götürmesini teklif ettiği balıkçı amca, anlaşılması oldukça zor bir İngilizceyle “Haftaya gel bedava götüreyim ama bu gece asla!” diyerek Elizabeth’i geri çevirir. Adadaki manastıra hemen varmak isteyen Elizabeth’i isteğine ulaştıracak kişi gizemli ve bir o kadar tekin olmayan bir adamdır. Sakatatlar eşliğinde yola çıkan Elizabeth, manastıra sağ salim varır ama o andan itibaren salimliği tehlikeye giren genç kadın, babasının sırrının izini sürerken kendisiyle ilgili şok edici gerçeklere ulaşacaktır.
Ukrayna’da çekilen filmin başı, çekimler sırasında da sonrasında da dertten kurtulmamış pek. Ama sonunda ödüller almayı başarmış. Yoldan çıkmış rahibeler ile nunsploitation’a, atmosferiyle Dagon’a, kurban edilen genç kızlarla ve özellikle pek para etmeyecek oyunculuklarla Argento’ya göz kırpan film, taşıdığı bazı aksaklıklarla harika değil, ama yönetmenin diğer işlerine bakmayı özendirecek kadar ele gelir bir film. Kısacası Katolik inancıyla doğup büyümüş yönetmenin İtalyan köklerine selam çaktığı bir film Dark Waters.
Tuğba Keleş (ninjatugba@gmail.com)

Yorumunuz: