Dikkatinizi ilk çeken şey filmlerin isimleridir: I Killed Einstein, Gentlemen; Dead Mountaineer’s Hotel; Who Wants to Kill Jessie?; To The Stars By Hard Ways; Ferat Vampire; Test Pilot Pirxa; Ikarie XB-1. İkinci dil olarak İngilizcenin birebir kullanılması, proleter sönüklük ve aşırı süslü sözcükler kullanılan senaryo…sosyalist işçiler cennetiyle hissiz kapitalist cehennemi arasında sıkışıp kalmış bir avuç komünistten başka kimin aklına böyle isimler gelirdi? Ve bu filmleri yapanlar da tam olarak onlardı-Soğuk Savaşın sürdüğü o karanlık günlerde Çekoslovakya, Polonya, Doğu Almanya, Estonya ve Sovyetler Birliği vatandaşı olan yapımcılar.
Bu topraklara ait sinemanın bazı örneklerini daha önce gördük. Roger Corman’ı bu filmlere çeken şey gösterişli özel efektleri ve gelişmiş set tasarımlarıydı ve bu filmleri alıp parçalarına ayırdı, İngilizce dublajını yaptı ve üzerlerine de dikkat çekici isimler yapıştırdı: Voyage to the End of the Universe, Battle Beyond the Sun, Voyage to the Prehistoric Planet, Queen of Blood. Buram buram kolonizasyon, savaş, feodalizm ve kürk bikiniler giyen kadınlar kokan film isimleri. Devrimin şiirsel romantizmi, pazarlamanın ayakları altında ezilmiş oldu. Neyse ki DVD box setleri ve yıllar öncesine ait filmler her zaman ortaya çıkıyor ama bu filmlerin, ağızlarından Marksist sloganlar eksik olmayan uzay yoldaşlarının standart hikâyesini anlatmasını bekliyorsanız büyük bir sürpriz sizi bekliyor. Bu filmler ABD’nin şimdiye kadar ürettiği her şeyden daha fazla belirsizlik, insanlıktan çıkma korkusu ve turbo jet motorlu arabalar içeriyor.
Amerika’da olduğu gibi Sovyetler Birliğinde de 20. yüzyıl sineması iki parça fantastik ekmeği ile hazırlanmış bir bilim kurgu sandviçidir. Yüzyılın ilk dönemlerinde tamamen fantastik filmler hakimken 50’li yıllardan 80’lerin sonlarına kadar katıksız bilim kurgu ağır basmış ve yüzyılın sonunda da fantastik tekrardan geri dönmüştür (yüksek gişe başarısı yakalayan Nightwatch ve Harry Potter serileri). Yüzyılın ilk dönemlerinde Sovyet bilim kurgusu olarak 1924′te çevrilen Aelita ile Rus Devrimi Mars üzerinde tekrardan sahneye koyuluyordu ve bunu birkaç önemsiz propaganda filmi izledi, ama Stalin gelecekten gelen görüntülere kafayı takmıştı ve bilim kurgu tarihçisi Darko Suvin’in söylediği gibi “geleceği görmenin sadece Stalin’in işi olduğu bir dönemde muhtemel teknolojik gelişmeleri tahmin etmek intihar etmek haline gelmişti”. Bu alan 20 yıl boyunca ürün vermeyecekti.
Daha sonra 1953’te Stalin’in ölümünü takiben büyük yönetmen/film düşünürü Aleksandr Dovzhenko’nun, Amerikan bilim kurgusunun gezegenler arası gangsterlik ve üzeri hafifçe örtülmüş dinsel alegori (astronotların evrenin sonuna seyahat ederken aradıkları şey Tanrı değildi de neydi?) arasında mekik dokumak ve “uzay kötümserliği” yaymakla itham ettiği dogmatik yazısı Depth of Space: Synopsis of a Feature Film on the Flight to Mars and Other Planets yayınlandı. Karşıt politik görüşü alt etmek ve sağlam bir ideoloji üzerine kurulu bilim kurgu filmleri yaratmak istiyordu: komünizmi benimseyen gezegenler daha uzun yaşar ve zenginleşirdi. Kapitalizmin zehri ile beslenenler ise solup ölürdü. Ama Dovzhenko’nun rüyası da 1956’da ölümüyle birlikte yok oldu ve sonrasında gerçek filmler çekilmeye başlandı ve bunlar hızla tuhaflaştı.
50’li ve 60’lı yıllarda tipik uzay operaları – The Heavens Call, Planet of Storms, The Silent Star– çevrilmişti ama 1963’te çevrilen Çekoslovakya yapımı Ikarie XB-1 bambaşka bir şeydi, “Forbidden Planet ile 2001: A space Odyssey arasındaki kayıp halka” olarak tanımlanan bir filmdi. Ikarie, Alfa Centauri yıldız sisteminde hayat aramak için 15 yıllık bir yolculuğa çıkmış olan devasa bir uzaygemisiydi ve bir yandan da gülünecek birçok yanı da vardı. Standart uzay giysisi kadifemsi snuggie idi ve oyuncuların saç stillerinin ve arı kovanı saç modellerinin şeklini koruması için geminin ambarında 50 ton saç köpüğü bulunduruluyor olmalıydı. Bilgisayar ekranlarında oyuncuların bilgi alıyormuş gibi davrandıkları rastgele optik resimler bulunuyordu, “Tigger Fun” adı verilen öldürücü bir gaz vardı ve gelmiş geçmiş en absürt grup danslarından birini içinde barındırıyordu.
Ancak sinematografi son derece titizlikle çalışılmıştır ve verdiği izlenim klasik Ingmar Bergman’dır. Dünya’dan bu kadar uzun bir süre ayrı kalan, 15 yıllık görevlerinde 28 ay yaşlanan uzay yoldaşları en az Laika kadar kapana kısılmıştır. Uzayın engin boşluğu onları delirtmeye başlamadan 4 ay öncesine kadar Dünya yörüngesinden daha çıkmamışlardı. Filmin ilk karesi gözleri fal taşı gibi açılmış, ter içindeki kozmonotun kameraya ateş etmeden önce “Dünya kayboldu!” diye bağırmasıdır. 40 kişilik mürettebat birbirlerinin bön suratlarına bakmaktan bıkmaya başlamıştır ve Ikarie’nin Bauhaus tarzı sade tasarımı da onlara yardımcı olmamaktadır; aslında bu uzayda bulacakları her şeyden daha uzaylı bir tasarımdır.
Doğum günleri, resmi danslar ve flörtler sürekli BİLİM tarafından yarıda bölünmektedir ve Ikarie terk edilmiş bir uzaygemisi bulduğu zaman bu sürreal galaktik mozole iki cesur yoldaş tarafından incelenince geminin resmi giysiler içindeki Amerikalılara ait çürümüş ve parçaları yerçekimsiz ortamda havada süzülen kadavralarla dolu olduğu anlaşılır. Film, elektroakustik müzik ile uyumlu bir şekilde yanıp sönen boş odalardaki bilgisayar ışıkları montajını vermediği zamanlarda uzayın derinliklerindeki radyasyon ile beyinleri gittikçe sulanan kalabalık oyuncu kadrosunun hayatlarına kısa bir bakış atar. Robert Altman’ın kaotik olay örgüsü ile Dazed and Confused’un hikâyeye bağlı kalmamasını bir araya getiren bir bilim kurgu filmi hayal edin ve bunu birkaç dakika boyunca yerinden kıpırdamayan kişileri “Ölü insan. Ölü insan. Ölü insan.” olarak nitelendirme alışkanlığına sahip bir Ana Bilgisayar ile çarpın ve uzaygemisi personelinin ruhsal ve psikolojik çöküşün kıyısında olduğunu düşünün. Filmin sonunda yapılan bilimsel keşif ile özgün ve tüyleri diken diken eden bir aşkınlık hakimdir ama akıllarda kalan kare Ikarie’nin ölüm dolu koridorlarında sürüklenerek yaratıcısının ismini boğuk sesiyle defalarca tekrarlayan robottur. Bu Kubrick’in 2001’de ekrana getirdiği her şeyden daha tüyler ürperticidir.
Bu filmin başarısının bir bölümü filme esin kaynağı olan The Magellanic Cloud kitabının yazarı Stanislaw Lem’e dayandırılabilir. Lem sonradan beyaz perdeye uyarlanan (Tarkovsky’nin Solaris’i de dahil) çok sayıda bilim kurgu roman yazmıştır ve Philip K. Dick’in (tesadüfen Lem’in değerli olduğunu düşündüğü tek Amerikalı yazar Dick’ti; ve Dick bu iltifatı FBI’a Lem’in Marksist zehri Amerika’ya yaymak için kurulmuş bir grubun parçası olduğunu belirten ve soruşturmaları gereken Amerikalı komünist bilim kurgu yazarlarının bir listesini de eklediği bir mektup göndererek cevap vermiştir) Sovyetler birliğindeki karşılığıdır. Dick’in Amerikan bilim kurgu filmleri üzerindeki etkisi 80lerin başında görülmeye başlayıp 90lar ve 2000lerde daha da fazla hissedilirken Lem’in Sovyet bilim kurgusu üzerinde 60lar ve 70lerin sonlarına kadar büyük bir etkisi olmuştur. Bunun sonucunda, Amerikalılar gezegen fetihleri, uzak yıldızlara yolculuk ve yaratıklarla savaşmak ile ilgili filmler yaparken Sovyet meslektaşları insan olmanın anlamı ile ilgili filmler yapmıştı.
İnsanlar ve nonlineer olarak adlandırılan androidlerden oluşan bir ekip ile uzayda rutin bir göreve gönderilen Pirxa adlı agresif bir pilot hakkındaki Test Pilot Pirxa (1979, Polonya) da Lem’in bir hikayesinden uyarlanmıştır. Bu, nonlineerlerin Dünya dışı kolonilerdeki insan gücünün yerine geçip geçemeyeceğini test etmek için yapılan bir denemedir ve Pirxa’nın bu konuda şüpheleri bulunmaktadır. Uzaygemisi Nostromo’yu hatırlatmaktadır (ve ekip üyelerinin birlikte yedikleri yemeklere kadar Ridley Scott’ın Alien’ınıyla da benzerlikleri bulunmaktadır) ama aynı zamanda ekip üyelerinin teker teker Pirxa’yı bir köşeye çekip yakasına yapışarak robot ya da insan olduklarını itiraf ettikleri komik çıkış sahneleri ile de bezenmiştir. Oldukça tipik bir “Yaşasın insanlar! Androidlere ölüm!” tarzı bilim kurgu filmi ortaya çıkmıştır ancak filmde yeterince tuhaf politikalar, robot üstünlüğünü savunan animasyon propaganda klipleri, trafik kazası görüntüleri eşliğinde BM konuşmaları ve gerçekten gergin geçen “Kim gerçek? Kim robot?” sahneleri bulunması izleyicinin ilgisini tutmaktadır.
Takip eden sene ise Polonya sineması, nükleer anlaşmazlıklar ve Devlet tarafından yürütülen genetik programlar tarafından mahvedilmiş bir Dünya’da yaşamını sürdürmeye çalışan ve gerçek mi yoksa yapay mı olduğundan tam anlamıyla emin olamayan bir Golem hakkındaki bir kâbus olan Golem hikâyesini Golem ile güncelleyecekti. Filmde yer alan gözyaşlarına boğulan haydutlar, bir sigara için yalvaran ama sonra da sigara kullanmadığını iddia eden insanlar ve sinema tuvaletlerinde kendi yüzlerini soyan Golemler gibi muammalar ile yönetmen Krystyna Janda açıkça David Lynch’in daha önce iki kere ele almış olduğu aynı bilinçaltı alanını el atmaktadır. Film boyunca Terry Gilliam’ın Brazil’inden parçalar bulmak mümkündür ancak sadece devlet terörüne aşina olan bir yönetmen, Gilliam’ın filminin özünü Golem’in polis sorgusu (-muhtemelen- işlemediği bir suç için ona işkence edilirken) sırasındaki “sadece bu sorgulamaya yardımcı olmak istiyorum!” şeklindeki acınası yakarışında bulacaktır.
Estonya yapımı son derece evhamlandırıcı bir film olan Dead Mountaineer’s Hotel ise Sovyet bilim kurgusunun Amerika’dan ne kadar farklı olduğunu ortaya koymaktadır. Peter Graves’in gençliğini anımsatan Peter Glebsky adındaki bir polis birisinin öldürüldüğüne dair aldığı ihbar üzerine karlarla kaplanmış bir dağ kasabasına gider. Zaman içinde yitip gitmiş parlak 1981 Sharper Image kataloğunun retro ihtişamıyla çekilmiş ve siyah deri koltuklar, krom borular ve rastgele pembe neon sanat ile bezenmiş olması ile bu film, arka planda insansız hava aracının uğultusu eşliğinde başından itibaren lens parlamaları ve güneş ışığı yansımaları ile doludur. Cinayetin daha işlenmemiş olduğu ortaya çıkınca Glebsky bagajını odasına taşıması için bir köpeğe verir ve sonra da akşam yemeğine kalır ve tam bu noktada cinayet gerçekten işlenir. Aynı yerde kalan şık ve acayip görünüşlü misafir kalabalığının ya gangster, ya yalancı, ya transeksüel ya da uzaylı olduklarını fark etmesiyle buna anlam verememeye başlar. Dış Dünya ile bağlantısı kesilmiş, kendi soruşturmasını yürütme sorumluluğu üzerine kalmış bir haldeyken eski günlerdeki gibi yetkinin kendisinde olmamasının özlemiyle kesilmiş telefonları açarak hattın ucunda ona talimat verecek birilerinin olmasını ummaya başlar.
Çevrilmiş en terli filmlerden biri (kirpikleri bile terlemiştir) olarak insan ile uzaylı arasındaki ilk gerçek temasın mide bulandırıcı hissini harika bir şekilde aktarmaktadır. Başka bir türle karşılaşmak, Steven Spielberg filmlerinde olduğu gibi korkunç, kafa karıştırıcı ve ruhsal açıdan dehşet verici olmanın aksine burada hoş bir şeydir. Bu film sırf Peter’ın yemek için toplanmış misafirlere hitap ettiği absürdist sahne için bile sonsuza kadar varlığını sürdürmelidir. Yemek sofrasında çözümleme sahnesi, 30’lu yıllardan itibaren bir yerde mahsur kalınan cinayet gerilim filmlerinin klasik bir parçası haline gelmiştir, muhteşem bir detektifin elindeki bilgilerle kasılarak yürümesi için bir fırsattır. Burada ise bambaşka bir şey halini almaktadır.
Peter cesur gözükmeye çalışarak “lütfen beni dinleyin” der ve yutkunur. “Öyle görünüyor ki bazı kanunsuzlar birbirleriyle ödeşmek için bu oteli seçmiş. Mr. Snewahr’ın yardımıyla güvercinle polise mesaj gönderdim. Kısa süre içinde bir polis helikopteri gelecek. Suçlular hak ettikleri cezayı bulacaklar. Benim tavsiyem illegal aktivitenin durdurulması yönünde. Sizi uyarıyorum aksi takdirde düştüğünüz durum umutsuz olacak. Dinlediğiniz için teşekkürler.”
Herkes neredeyse tamamen onu görmezden gelir ve o anda battığının farkına varır. Dış ses ile düşünürken şöyle der “Onları korkutmak istemiştim ama uydurma güvercinlerin bir faydası olmayacağını biliyordum.” İnsanoğlunun uzaylılar karşısındaki acizliği, umutsuzluğu ve saçmalaması nadiren bu filmdeki kadar eğlenceli, dokunaklı veya Sovyet olmuştur.
Tolga Demirtaş (tolga@iyikotufilm.com)
- Etiketler: 2001: A Space Odyssey Aleksandr Dovzhenko Battle Beyond The Sun Dazed and Confused Dead Mountaineer’s Hotel Depth of Space: Synopsis of a Feature Film on the Flight to Mars and Other Planets Ferat Vampire Forbidden Planet Gentlemen I Killed Einstein Ikarie XB-1 Marksist Philip K.Dick Planet of Storms Queen of Blood Robert Altman Solaris soviet schi-fi movies Sovyet Bilim Kurgu Filmleri sovyet sineması sovyet sosyalist sineması sovyetler birliği Stanislaw Lem Tarkovsky Test Pilot Pirxa The Heavens Call The Magellanic Cloud The Silent Star To The Stars By Hard Ways Voyage to the End of the Universe Voyage to the Prehistoric Planet Who Wants to Kill Jessie?
kapsamlı bir dosya yazısı. teşekkürler.
Yorumunuz: