Cannibal Holocaust and the Savage Cinema of Ruggero Deodato
Ropörtaj: Gian Luca Castoldi
Sinema dünyasıyla ilk ilişkiniz 1950’lerde Roberto Rossellini’nin yönetmen asistanı olarak oldu. Bu fırsatı nasıl yakaladınız?
Bu büyük yönetmenin oğlu ile çocukluğumdan beri arkadaştım. Potenza’da doğmuş olmama rağmen her zaman Parioli’de (Roma’nın bir ilçesi) yaşadım ve sinema sektöründe çalışan birçok kişi benimle aynı yerde yaşıyordu. Erken yaşlardan itibaren sinema dünyası beni kendine çekmişti; çok geçmeden kendimi stüdyolarda ufak işler yaparken ve Lorenzo’nun (Rossellini) çok iyi bir arkadaşı olarak buldum , çoğunlukla onun Santa Marinella’daki evindeydim. Bir gün beklenmedik bir şekilde babası bana “Ruggerino, benimle gelip asistanım olmak ister misin?” dedi. Böyle bir şeyi hayal bile etmemiştim ama gittim ve üçüncü yönetmen asistanı olarak ilk filmimi yaptım, daha sonra çok geçmeden ikinci asistan oldum ve her seferinde hiyerarşide bir basamak yükseldim. Rossellini bir dahiydi ve çocukları da harika yeteneklere sahipti. Lorenzo daha da fazlasını yapabilirdi ama babası hiçbir zaman ona fazla yardımcı olmadı, böylece onun birinci yönetmen yardımcısı da ben oldum. Rossellini’nin yönettiği altı filmde çalıştım: II generale della rovere, Ere notte a Roma, Viva l’Italia, Vanina Vanini, Amina nera, ve bir kısa film olan Illibatezza (RO.GO.PA.G projesine olan katkısı).
O dönemde sadece Rossellini ile mi çalıştınız?
Hayır, şansım yerindeydi. Bir süre için Rossellini’nin ekibinden ayrılmanın imkansız olduğunu düşünmüştüm; Rossellini bir dahiydi ama çevresinde vasat kişiler vardı ve bu durumdan sıyrılarak kendimi gösterme şansım yoktu. Daha sonra yönetmen Carlo Ludovico Bragaglia onunla birlikte çalışmamı istedi ve ekipten ayrılmak için kendimi zorlamam gerekti. Bu benim şansım olmuştu; Rossellini ile öğrenemezsiniz, O dürtüleriyle çalışan bir sanatçıdır. Sinematografik tekniğe ihtiyaç yoktur. Rossellini ile aramdaki ilk sürtüşme bir yarışı filme almam gerektiği ve bunu yaparken olayı olabilecek en dikkat çekici şekilde resmetmeye çalışmamla olmuştu. Çektiğim filmi gördüğü zaman her şeyi filmden çıkardı ve bana sinemadan hiç anlamadığımı ve yaklaşımımın sadece “üslupçuluk” olduğunu söyledi. Bu anlaşmazlıktan sonra yollarımız ayrıldı ve diğer bir usta olan Freda ile birlikte çalışmaya başladım. Bu filmlerin ilki Romeo e Giulietta oldu.
Freda hakkında neler hatırlıyorsunuz?
O gerçek bir dahiydi. Aslında dehası filmlerinde görülemiyordu, filmleri o kadar da yenilikçi değildi, dehası film çekme tarzındaydı. Sahne ve kurgulama anlayışı çok güçlüydü. Son derece kültürlü, ince bir insandır.
Kendi filmimi çekmeden önce Rossellini, Bragaglia ve Freda ile çalıştım ve Corbucci ile de birçok harika filme imza attığımızı da unutmamak lazım; onunla ilk filmim Il figli di Spartacus olmuştu. Ama aynı zamanda Mauro Bolognini , Renato Castellani, Antonio Margheriti ile de çalışıyordum. Birçok film yaptım ama bunların hepsini altı yedi yıl içine sığdırmıştım, bu dönem 19 yaşımda Rossellini ile ilk deneyimim ile başlamıştı.
Margheriti ile birlikte yönetmen asistanı olarak çalıştığınız filmlerden biri de Danza macabra idi.
Nefis bir film. Antonio ile birçok film yaptık ama bu kesinlikle onların en iyisi.
Margheriti ile yapılan bir ropörtajda o filmde Barbara Steele’nin oynamış olmasının sizin sayenizde olduğunu söylemişti.
Uzun bir süre Barbara Steele ile birlikteydim. O sırada 24 yaşındaydım ve O da Bava ve Freda ile birçok korku filminde çalıştıktan sonra daha yeni Fellini’nin 8 1/2’unu tamamlamıştı ve korku filmi yıldızı klişesinden kaçmak istiyordu. O filmin orijinal yönetmeni olarak anlaşılan Sergio Corbucci Barbara ile ilişkimi biliyordu ve benden Danza macabra’da oynaması için onunla konuşmamı istedi.
Evet, Fellini ile çalıştıktan sonra kendini bir şey sanmaya başladığı ve artık korku filmlerinde oynamak istemediği yönünde söylentiler var.
Doğru. Onu başka bir korku filminde oynamaya ikna eden bendim.
Barbara Steele nasıl bir insandı?
Harika, istisnai bri kadın. Her ne kadar onunla birlikte olsam da ilişkimiz tamamen platonikti. Soğuk bir kadın değildi; bir Güneyli gibiydi. Kedileri çok seviyordu ve onlarla dolu bir ede yaşıyordu.
Margheriti’nin fantezi filmlerinde çalışırken birçok genç İtalyan aktörle çalıştınız: Franco Nero, Lisa Gastoni…
Franco Nero iyi bir arkadaşımdı, Sergio Corbucci’yi Django’da Franco’nun oynamasına ikna etmeme varacak kadar ayrılmaz bir ikiliydik. O rol için zaten başka bir aktörü seçmişti, Mark Damon, ama ona Franco’yu seçmesini söylüyordum. Ta ki Franco’yu Sergio’ya zorla benimseten Sergio’nun eşi Nori ile tanıştırana kadar onu ikna edememiştim.
Django nerede çekilmişti, Madrid mi yoksa Almeria mı?
Madrid’de. Franco ile birlikte İspanya’da çalışarak haftalar geçirdik. Şimdi beni unuttu. Hatta beni tanımıyormuş gibi davranıyor.
Margheriti ile yaptığınız bilimkurgu filmleri hakkında aklınızda neler kaldı?
İyi yapılmışlardı. Margheriti, [Cataldo] Galliano ile birlikte özel efektler üzerinde özellikle çalışırdı. İyi bir iş çıkardılar ve kesinlikle Amerikan filmlerine özenmediler.
Yönetmen olarak ilk işiniz Ursus il terrore dei Kirghisi’de Margheriti’nin yerini almanız ile olmuştu.
Çekimlerin ilk iki haftasında O son iki haftasında da ben yönetmenlik yaptım. Filmde Reg Park, Ettore Manni -aynı zamanda yapımcı- ve Mirielle Granelli -Manni’nin eşi- rol almıştı.
Peplum türünü seviyor musunuz?
Ursus nella valle dei leone‘de Bragaglia ile çalışmıştım, ama hayır, peplum gerçekten bana göre değildi. Ursus il terrore dei Kirghisi‘nin tamamlanmış halini izlemedim bile. Filmi montaj aşamasında bıraktım ve Colageli tamamladı. Yönetmen olarak kimin adının geçtiğini dahi bilmiyorum. O zamanlar gençtim ve bunu kendi filmlerimden biri olarak görmüyorum.
O halde ilk filminizin Donne… botte e bersaglieri olduğunu düşünebiliriz.
İlk filmim, bir devam filmi olan Gungala, la pantera nuda (Romano Ferrara’nın Gungala la virgine della giungla’sının devam filmi). Çekimler Kenya’da ve bir kısmı da İtalya’da De Paolis (ünlü Roma mim sanatı tiyatrosu) tarzında yapıldı. İtalya’da çekilen sahnelere baktıktan sonra filmi bitirmek için üç haftalığına Kenya’ya gitmeye karar verdim. Bundan sonra, başrollerinde yapımcı ve aktör Mauro Parenti ve eşi Lucretia Love’nin oynadığı Fenomenal e il tesoro di Tutankamen‘i çektim. Hikayesini sormayın çünkü hatırlamıyorum. O filmin yapımı ile ilgili tuhaf bir hikaye var. Paris, Cahmps Elysees’de bir sahnenin çekimi sırasında kamerayı çevirirken Rex Harrison kadraja girdi, tesadüfen oradan geçiyordu. Sahnenin çekimini bitirdikten sonra hemen ona bu görüntüyü filmimde kullanıp kullanamayacağımı sordum. Buna olurunu verdi ve filmimde artık Harrison da yer alıyordu (kahkahalar).
Gungala‘dan sonra hiçbir zaman çekmediğim bir film üzerinde çalışmaya başladım. Yapımcının biri beni iki fantastik senaryo yazarıyla birlikte üç aylığına Etiyopya’ya gönderdi. Yazarlardan biri Franco Solinas, diğeri ise Giorgio Allorio idi. O senaryoyu hiçbir zaman yazamadık ama delicesine eğlendik. O maceralar hakkında çok şey anlatabilirim…ihanetler, kaçışlar, şakalar, her türlü risk.
Hemen sonrasında Sergi Corbucci beni film çekmekte olduğu İspanya’dan aradı, yönetmen yardımcısı doğru düzgün çalışmıyormuş ve iki hafta boyunca onunla çalıştım. Sanırım Amati’nin o iki filmi çekmem için beni aradığı zaman da İspanya’da olduğum zamana denk geliyordu. Bu iki müzikal Donne… botte e bersaglieri ve Vacanze sulla Costa Smeralda idi. O zamanlar tür hakkında fazla düşünmezdik. Bollognini Guardia, guardia scelta, brigadiere e maresciallo’yu yeni tamamlamıştı. O zamanlar, şimdi gördüğümüz uzmanlaşma yoktu. Aslında, aynı türde işler yapan belirli bir şekil üzerinde uzmanlaşmış bir yönetmen olmak istememem nedeniyle her zaman tür değiştirmeyi denedim.
Eğer sadece kendi zevkinize hitap eden filmler yapacak olsaydınız bu sizi nereye yönlendirirdi?
Macera filmleri. Kostümlü filmleri, detayları seviyorum. Ama aynı zamanda dramatik filmleri de seviyorum. Belirli bir tür veremeyeceğim; duygusal bir film çekmiştim ve bu hoşuma gitti.
Neler okumaktan hoşlanırsınız?
Her şeyi okurum. Tarih kitaplarını, Paolo Gransotto’nun biyografilerini beğeniyorum; Julio Cesare ve Anibile’yi okudum. Tarihe bayılıyorum, toplumların geleneklerine, tarihsel detaylara. O iki komedi filmini yapmak tam da arzuladığım şey değildi ama mizaha karşı ilgim olduğu için bunlardan da zevk aldım. Ne olursa olsun, komedi çekmek kolay değildir, meslekten yetişen bir yönetmen komedi çekemez, ortaya çıkan iş iyi olmaz, doğal bir izlenim vermez. Kameranın planlanmış, ışık ayarının doğru olması gerekir ve bu detaylarla uğraşırken kişi komik performansın doğallığından uzaklaşır, ki bu filmi film yapan da bu performanstır. Komedi yönetmeni diye bir şeyin olduğuna inanmıyorum, bence komedi filmini komedi filmi yapan aktördür.
Yine de birçok komedi aktörünün kariyerinin başlamasına vesile oldunuz. Örneğin Enrico Montesamo.
Evet ve Villaggio, Lionello, Toffolo. Hepsi I quattro del Pater Noster‘de oynamıştı. Montesano’nun Donne… botte e bersaglieri‘de küçük bir rolü vardı ve ilk filmiydi. Küçük roller arayışı içinde prodüksiyon şirketlerini dolaşıyordu. Sevilebilir bir tipi vardı. Villaggio ise zaten bazı kabarelerde oynamıştı. I quattro del Pater Noster‘de oynayan birçok oyuncu İtalyan sinemasının önemli isimleri haline geldi; filmin senaryosu Maurizio Costanzo’ya, müzikleri ise Il postino’daki partisyonu için zaten Oscar’a layık görülmüş olan Luis Enriquez Bacalov’a aitti. Montesano ve Villaggio başrollerdeydi. Bu filmi şimdi yapıyor olsaydık sadece müzikleri beş milyar ederdi (kahkahalar).
Zenabel, Lucretia Love ve John Ireland’ın oynadığı bir romantik-macera filmi…
Bu maalesef kötü şansa kurban gitmiş oldukça zevkli bir film. Örneğin, filmin galası 1969’daki Banca dell’Agricoltura di Milano’nun bombalandığı gün denk gelmişti. Bu nedenle kimse sinemaya gitmedi. Delicesine bir durum. Film tek bir kuruş dahi kazanamadı. Bir film için benimle anlaşmak istemelerine rağmen, tanıtım çalışmaları için Milano’ya giderek Roma’yı terk etmem de bu zamana denk gelir. Yapabileceğim tek şey buydu. Eşim (Silvi Dionisio) bir yıldız olmuştu – yapımcılar beni sadece eşim de gelecekse sosyal etkinliklere davet ediyorlardı. Değerimi kanıtlamak için her şeyi değiştirmem gerekti. Amaro Cora (bir likör markası) için altı reklam filmi çektim ve bunlar son derece başarılı oldu; aktörler arasında Silvia ve Jean Sorel yer alıyordu ve kısa film gibiydiler. Ondata di piacere gösterime girdikten sonra bu reklam filmlerini çekmeyi bırakmam gerekti çünkü bu film Umberto Cora’yı şoke etmişti; Dionisos’un bir şişe likörle görüldüğü sahne onu öfkelendirmişti. İtalyan televizyonu için çekilmiş en iyi şeylerden biri olan All’ultimo minuto da aynı şekilde. Amerikan ritmine ve dinamizmine sahipti. Bu televizyon filmleri yıllar içinde kayboldu ve yapımcı Yacopo Rizza öldüğü için bir kopyasına dahi sahip değilim. O ünlü bir gazeteciydi, haydut Giuliano ile röportaj yapan ilk kişiydi. Yacopo, Gisella Sofio’nun eşi olmasının yanı sıra hayran olunacak bir insandı. Belki de Gisella’ya sormalıyız. O dizide bazı şahane aktörlerle çalıştım: Adriana Asti, Andrea Cecchi, Maurizio Merli…
Aynı dönemde Il triangolo rosso’yu da çekmiştiniz.
Bu film bir trafik polisinin hayatını ekrana getiren Il marescialo rocca dizisinin (başrolünde Luigi Proietti’nin oynadığı ünlü bir İtalyan dizisi) doğduğu bir televizyon filmiydi. Başrollerini Jacques Sernas, Riccardo Garroni, Elio Pandolfi paylaşıyordu. Ottavia Piccolo, Alessio Orano… konuk oyuncu olarak rol almıştı. İlk dizi son derece başarılı olmuştu ve Almanya’ya da satılmıştı. O dizinin birçok bölümünü çektim. Daha sonra da Il segreto di Cristina adlı bir dizinin pilot bölümünü çektim ama ne yazık ki devamı gelmedi.
Bütün bu televizyon işlerinden sonra Ondata di piacere ile sinemaya geri döndünüz.
Yapımcılar, Marras ve Salviani, bana bir erotik film çekme fırsatını sundular; bu tür filmler o dönemde modaydı. Muti, Giorgi ve Agostina Belli bu türün öncüleriydiler sonrasında herkes bunu yapmaya başladı. O filmi başka bir aktris ile çekmeyi planlamıştım ama son anda kamera karşısında soyunmayı reddetti. Bu nedenle yapımcılara eşimi önerdim; o dönemde bir yıldızdı ve daha önce kamera karşısında soyunmamıştı. Bütün meslektaşlarının bu tarz filmlerde oynamaları nedeniyle o da rolü kabul etti.
Yat sahnesi nerede çekildi?
Cefalu’da. Çok özgün bir karaktere sahip olan Al Cliver (Pier Luigi Conti) de aktörler arasındaydı. Gerçek bir aktör değildi, başka bir kariyeri vardı; mobilya onarımı ya da marangozluk. Film oldukça başarılı olmuştu.
Sonrasında harika bir polisiye olan ve etkileyici bir polis ikilisini konu alan Uomini si nasce, poliziotti si muore adlı filmi çevirdiniz.
Ray Lovelock ve Marc Porel gerçekten de kazanan bir ikiliydi. İkisi arasında mükemmel bir şekilde işleyen bir denge söz konusuydu; sert adam ve daha insani olan. İşin genelinde bir miktar ironi vardı ki bu da onu türündeki diğer yapımlardan ayıran noktaydı. Ve fazlasıyla şiddet içeriyordu, o kadar ki sansür uygulanmış ve bazı yerleri kesilmişti. Bu filmin devam filmini de çekmeyi planlamıştık ama aynı dönemde Monnezza [Tomas Milian’ın canlandırdığı komik ve anarşik bir polisi konu alan dizi] ortaya çıktı, böylece büyü bozulmuş oldu.
Nasıl Ultimo mondo cannibale’nin yönetmeni oldunuz? Başka birisinin projesine mi katıldınız yoksa yapımcı doğrudan sizinle mi irtibata geçti?
Ortada zaten Renzo Genta tarafından yazılmış bir taslak bulunuyordu, daha sonra Gianfranco Clerici buna katkıda bulundu, tıpkı bir iki başka aktörün de yaptığı gibi. Ultimo mondo cannibale‘nin yapımcısı aynı zamanda Il paese del sesso selvaggio (Umberto Lenzi’nin 1972 yapımı yamyam-macera filmi Deep River Savages) adlı filmi, bana ait olan Uomini si nasce, poliziotti si muore ile birlikte piyasaya sürmüştü ki benim filmim daha başarılı olmuştu, bu yüzden filmi benim çekmemin iyi olacağını düşündü.
Massimo Foschi’yi kullanmak benim fikrimdi çünkü sıradan bir siması olan ama aynı zamanda enerjik ve yapılı, harika bir aktör istiyordum. Bir eleştirmen Foschi’nin fazlasıyla teatral olduğunu yazmıştı ama bence bu rol için çok uygundu, karaktere gerçeklik katmıştı. Massimo olmasaydı başrolde Ivan Rassimov olacaktı.
Tam çıplaklık içeren bu sahneleri çekerken herhangi bir sorun yaşadınız mı?
Bu konuda önceden konuştuk ve film için vazgeçilmez olduklarını açıkladık. Dediğim gibi, Massimo harika bir aktördür ve bunu tam olarak anlayabildi.
Film için ilk başta Lenzi düşünülmüştü, peki neden siz çektiniz?
Dediğim gibi, yapımcı beni istedi ve belki de o anda Lenzi bu tür bir filme sıcak bakmamıştı.
Yamyam filmlerinizdeki hayvan katletme sahnelerine ilişkin çok sayıda eleştiri oldu.
Öldürülen bütün hayvanlar yerliler tarafından tüketildi. Örneğin, timsah etine bayılıyorlardı ve bir timsah öldürdüğümüzde hayvanın pençeleri ortadan kaybolan ilk parça oluyordu. Örneğin bir yarış sırasında yaralanan bir atın öldürülmesi gerekmesi benim üzerimde daha büyük bir etki bırakıyor. Bütün evcil hayvanlar gibi bir at da daha büyük bir etki bırakır. Bir timsah değil. Aynı zamanda yerlilerin bu hayvanları yemelerinin nedeninin zaten bu hayvanların onların diyetlerinde yar alması olduğunu da unutmamak lazım. Birçok filmde öldürdüğümüz hayvanlar kemirgenler, yaban domuzlarıydı, belki kaplumbağada biraz aşırıya kaçmış olabiliriz ama o da yerliler tarafından yendi. Bir de küçük maymunlar vardı, onlar üzerimde iz bıraktılar çünkü birini öldürünce diğerleri de kalp krizinden ölmüştü. Şimdi olsa bunu yapmazdım, devir değişti. Küçüklüğümde taşrada yaşarken bir tavuk, tavşan veya domuzun öldürüldüğünü görmek şaşırtıcı değildi. Şimdi kızım bunu gördüğü zaman üzülüyor. Hatta eskiden ailede bir ölüm olduğu zaman bütün aile ölünün başında beklerdi, şimdi ise naaş hemen herkesten gizleniyor. Eskiden ölüm doğal bir gerçekti, şimdi ise tabu halini aldı.
Jacopetti’nin filmleri size ilham verdi mi?
Jacopetti 20 yıl öncesinden bugün ne olacağını sezgileriyle görebilmişti. Filmleri gerçekten çok güzeldi.
Ultimo mondo cannibale’yi takiben L’ultimo sapore dell’aria’yı çektiniz, tamamen farklı türde bir film.
O film için yurtdışından görevlendirilmiştim. O zamanlarda İtalyan yönetmenlerin iyi bir şöhreti vardı ve yüz yüze görüşmeden iş alıyorduk. Şimdilerde artık kimse bizleri istemiyor, İtalyan piyasası bizi yerlerde süründürüyor. Filmlerimin bazıları hiçbir zaman İtalya’da gösterime girmedi ama dünyanın her yanından video kayıtları almaktayım.
Bazen günümüz sözde minimalist yönetmenlerinin çekmiş olduğu filmlerden çıkan eleştirmenleri duyarsınız, birbirlerine “iyi çekilmiş” derler. Ben diyorum ki “iyi çekilmiş” ne anlama geliyor? Olmayan hikaye ile daha fazla ilgilenmeleri gerekiyor. Günümüz filmleri senaryo bakımından çok zayıf; eskiden yaptığımız filmler gibi filmler yapmak için şakalara değil fiziksel güce ihtiyaç duyardık. Yamyamlar ile ilgili filmlerimi çekerken her yerden bir sorun çıkardı; iletişim sorunları, lokasyon sorunları, hijyen sorunlar, sağlık sorunları vardı. Her gün yeni bir maceraydı. Bud Spencer ile yapımını yeni bitirdiğim filmde, Costa Rica’da bir kez daha aynı havayı soluduk. Kişinin üstesinden gelmesi gereken alışılmamış durumlar.
Senaryosuz mu çalıştınız?
Evet, her zaman bir senaryo vardı ama en başında ilk filmimden öğrendiğim bir şey de var. Diyelim ki bir sahneyi Piazzza di Spagna’da diğerini ise Viminale’de çekmem gerekiyor. Önce çekmem gereken sahnelerin görsel senaryo taslaklarını hazırlarım, sonra da filmi çekmeye başlarım. Sonra oradan başka bir yere gitmem gerekir. O zaman ne yaparsınız? Her şeyi aynı şekilde hazırlamanız gerekir. Bekleyemezsiniz, başka bir yerde çekim yapmanız ve belki de Piazza di Spagna olduğunu düşündürmeniz gerekir. İşte günümüz yönetmenleri ile bizim farkımız bu. Eskiden zorunda kaldığımız zaman nasıl doğaçlama yapacağımızı bilirdik.
L’ultimo sapore dell’aria’ya geri dönelim.
Elimde Japon yapımcıların sağladığı ve emrimde olan iyi bir bütçe ve tanınmayan gençlerden oluşmuş bir kadro vardı. Tam resimlikti. Çekimleri Hollanda’da, Asti’de, Roma’da ve Varazze’de gerçekleştirdik. O filmi yaparken hiç sorun yaşamadım.
O halde sizin açınızdan bir filmi çekerken finansal sorunlar söz konusu olamaz mı?
Bakın, hiçbir zaman ekonomik sorunlar yaşadığımı sanmıyorum. Küçük bütçeli filmlerden sadece bir iki tane çektim. Örneğin, Fas’ta çektiğim Lone Runner. Hiçbir zaman İtalya’da yayınlandığını sanmıyorum.
Concorde Affair ’79 mükemmel bir kadroya sahip ve uygun araçlar kullanılarak çekilmiş gibi görünüyor.
Eğer bütçem 100 milyon liret daha fazla olsaydı kesin bir başyapıt olurdu. Alain Delon’un rol aldığı benimkiyle aynı zamanlarda gösterime girmiş olan Concorde hakkındaki filmden (Airport ’79: The Concorde) daha başarılı olmuştu. Delon’un filminin dağıtımcısı, Universal, bize dava açtı ve kaybetti. British Airways bize Concorde’u kullanma izni vermişti, Air France ise başka bir filme aynı izni vermişti ki bu bir fiyaskoyla sonuçlandı. Eğer yapımcı Giorgio Carlo Rossi bana biraz daha bütçe sağlasaydı film o dönemin Amerikan filmleriyle karşılaştırılabilir olacaktı.
Bütün bu büyük isimlerle çalışırken herhangi bir problem yaşadınız mı?
Hayır, sadece Mimsy Farmer ile flört edebileceğini düşünen James Franciscus vardı ama Farmer son derece Avrupai ve gösterişliydi ve onu hemen küçümsedi.
Cannibal Holocaust, Ultimo mondo cannibale’nin başarısına bir tepki olarak mı yapıldı?
O dönemde bütün Alman dağıtım şirketleri filmlerimizi görmeden satın alıyorlardı. Bazı Almanlar 90bin Mark ile gelip filmlerimizin çekimlerine yardımcı oluyordu. Bir de Japon yatırımcılar vardı ve büyük paralar ödüyorlardı. Ben ise bütçeyi tamamlamak için diğer yapımcıları arıyordum. Çekimleri Kolombiya ve Peru sınırındaki Leticia’da yaptık.
O zamanlarda televizyonda her zaman ölüm görüntüleri oluyordu, terörizmin kol gezdiği dönemlerdi ve filmim bu tür bir haberciliği kınamaktaydı. Filmin tekniği ve temel temaları o günden bugüne birçok başkaları tarafından araklandı ya da uyarlandı, bunların en son örneklerinden biri de filmi izlemiş olduğu kesin olan Oliver Stone’dur, bu çok bariz. (Sanırım Deodato burada Natural Born Killers’a atıfta bulunuyor.) Onun için de tepki aynı olmuştu; ahlaki bir duruşu ifade ederken çok ileri gittiğimiz için bu biraz da bizim suçumuzdu. Mesela, son sözlerde geçen “gerçek yamyamlar kim?” ifadesi şüphelenmek için kapıyı aralıyordu. izleyicilerde filmin ahlaki duruşu hakkında hiçbir şüpheye yer bırakmamamız gerekirdi. Aleyhimde eleştiride bulunan bazı eleştirmenler kaplumbağa için “nedensiz zevk” derken beni güldürüyordu…daha sonra yerlinin infaz sahnesini çekebilmek için gerçekten bir kadını kazığa oturttuğumu dahi söylediler. Kolombiya’da Deodato’nun deli olduğu, akla gelmeyecek şeyler yaptığım söylentisini yaydılar. Gerçek şu ki o sırada rehberimiz olan kişi Alman turistlere Güney Amerikan tarzı safariler düzenliyordu. Perulu yerliler öldürülmüş ve Amazon nehrine atılmıştı ve birkaç yüz metre sonra artık hiçbir parçalarını bulamazdınız; nehir piranhalar ve timsahlarla dolu… Bunu öğrendiğim zaman onu ihbar ettim ve gerçekten de tutuklandı. O günden sonra rehber bir daha Kolombiya’ya ayak basacak olursam beni öldürmeye yemin etti.
Çekim yaptığınız sırada şartlar nasıldı?
Leticia muhteşem bir yer. Kolombiya sınırları içinde ama Brezilya ve Peru’dan yüzer metre uzaklıkta. Fark ise yerli halkta: Brezilyalılar oldukça zeki, Kolombiyalılar aptal ve Perulular daha da fena aptal. Köyden yüz metre uzaklıkta hayatlarını sürdüren Alcuma kabilesi sanki medeniyetten binlerce kilometre uzaktaymış gibi yaşıyor. Dünyadaki bütün uyuşturucular Leticia’dan geçiyor ama kaçakçılarla hiçbir sorun yaşamadık.
Filmde anlatılan barışçıl kabileler ve yamyam kabileler hikayesi doğru mu?
Tamamen. Kabilelerin isimleri ve filmde gösterilen tuhaf yanları tamamen gerçek. İnanılmaz olan ise her kabilenin kendi dilini konuşuyor olması. Tibunalar komşuları olan Anamaru kabilesini anlayamıyor ama binlerce kilometre uzaklıktaki başka bir Tibuna kabilesini anlayabiliyorlar. Onlar bir yerden bütün amazonlara yayılmış göçebeler.
Birlikte çalıştığınız kabileler gerçekten yamyam mıydı?
Evet, yamyamdılar ve öldürdükleri düşmanlarını mideye indirirlerdi, çoğunlukla da açlıktan. Yamyamlık ritüelini dini sebeplerle sürdüren tek yamyamlar Belize’deki kabilelerdir. Amazondaki yamyamlar insanları çiğ çiğ yerler. Asya’da ise kor taşlar üzerinde pişirirler onları muz yaprakları ile doldurur ve içten başlayarak yerler.
Bu tanınmamış aktörleri kullanma kararını nasıl verdiniz?
Genç aktörlerin hepsi New York’taki Actor’s Studio’dan bulundu. Ailesinde İtalyan olan birisine ihtiyacım vardı, bu nedenle Luca Barbareschi’yi seçtim, orada okuyor ve İngilizceyi çok düzgün konuşuyordu. Francesca Ciardi Roma’lı bir kızdı ve o da İngilizceyi çok düzgün konuşuyordu. Film İngilizce çekildi. Tartışmalı, kazığa oturtulmuş yerli rolü ise aslında Kolombiyalı kostümcümüz tarafından oynandı.
Robert Kerman ile iletişime geçmeyi nasıl başardınız?
Concorde Affair ’79’da küçük bir rol almıştı; Londra havaalanında çekilen sahnelerde uçuş kontrolörü rolündeydi. İyi bir aktördü. Porno filmlerde oynamış olduğunu ise yakın zamanda öğrendim ve aslına bakarsanız baya da şaşırdım çünkü onu çıplak görmüştüm ve oldukça küçük bir aleti vardı… Muhtemelen filmlerde sadece onun yüzünü ve başkasının bedenini kullandılar. Çok tuhaf çünkü kötü bir aktör de değildi. Cannibal Holocaust‘taki rolü için biçilmiş kaftandı, bu ilginç maceraya atılan sıradan ve çalışkan üniversite profesörünü canlandırıyordu.
Bu tartışmalı film hakkındaki fikirleriniz nelerdir?
Bu film bana hem iyi hem de kötü şans getirdi. Filme tapıyorum ve filme alınma şeklini beğeniyorum. Hiçbir zaman sıkmayan bir film. Ama beraberinde bir dolu sorun, dava, haciz, sansür ve eziyeti de getirdi. İtalya’da büyük finansal başarı umuduyla gösterime girdi ama birkaç gün geçmeden devlet el koydu. Yıllar sonra yeniden yayınlandı ama o zaman da ilk çıktığı zamanki etkisine sahip değildi.
Film yurtdışında oldukça başarılı oldu.
200 milyon Dolar hasılata ulaştı. Tek başına Tokyo’da yedi milyon Dolar hasılat yaptı, o zaman için bunu sadece E.T. The Extra-Terrestrial geçmişti. Yurtdışında İtalyanların kazandığı en büyük başarı olduğunu düşünüyorum. Bud Spencer ve Terence Hill’in filmlerinin daha başarılı olmuş olması da muhtemel ama pek emin değilim.
İtalya’da filmin ilk başta orijinal haliyle yayınlanmış olması ama el konulduktan sonra sinemada yayınlanan versiyonunun sansürlenmiş ama videoda yayınlanan versiyonun neredeyse orijinal uzunlukta olması da ilginç.
Eh, elimde kesilmemiş olduğuna inandığım bir Fransız kopyası mevcut.
Kolombiya’yı bir daha ziyaret edemeyeceğiniz hakkında bir söylenti var. Bu doğru mu?
Hayır, doğru değil.
Cannibal Holocaust’u tamamladıktan sonra La casa sperduta nel parco’yu çektiniz.
Film üç hafta içinde çekildi. Bu klostrofobik bir film: bütün olaylar bir gece içinde gerçekleşiyor ve bir villanın içinde geçiyor. Çekimleri New York ve Roma’da yaptık. Cannibal Holocaust‘tan tamamen farklıydı.
Başrol oyuncusu David Hess idi. Nasıl bir kişilik?
David harika bir oyuncu ama insan olarak o kadar hoş olduğunu söyleyemem. Tam bir şantajcı. Yakın zamanda Bud Spencer ile çektiğim bir filmde (Noi siamo angeli) oynamasını istedim ve tam çekimlere başlayacağımız gün bana geldi ve daha fazla para istedi. Ona haddini bildirmem gerekti. Yine de filmi çekerken harika bir performansı var, sadece bir tür rol için mükemmel bir oyuncu.
Bir sonraki filminiz I predatori di Atlantide oldu.
Giacomo Battiato ile bir televizyon filmi olan Martin Eden’da çalışmış olan Christopher Connelly’i tercih ettim. Bu en başarılı filmlerimden biri olamadı çünkü bütçesi yeterli değildi yine de üzerinde çalışmak zevkliydi. Çekimler sırasında o kadar keyif aldım ki hala büyük sevgi ile anarım. Çekimleri Filipinler’de yaptık; yerel hükümet de yapımcı ortağıydı ve Imelda Marcos bize istediğimiz her şeyi sağladı.
En iyi aksiyon filmlerinizden biri de Inferno in diretta. Filmin kadrosu mükemmel: Richard Lynch, Leonard Mann, Gabrielle Tinti, John Steiner, Karen Black, vb…
O film ne yazık ki yapımcı Alessandro Fracassi -çok sevdiğim harika biri- ile aramdaki büyük anlaşmazlıkların izlerini taşıyor. O ve bütün prodüksiyon ekibi yeni bir Cannibal Holocaust yapmak istedi ben de bunu reddettim, bu çekişmenin film üzerinde de kaçınılmaz etkileri oldu. Film bir hibrit, amma filmi şimdi tekrar izlediğimde artık iyi iş çıkardığımı söyleyebiliyorum ve artık eskisinden daha çok beğeniyorum. Geçmişte değerini görememiştim ama şimdi iyi filmlerimden biri olduğunu düşünüyorum. Bana göre en iyisi Cannibal Holocaust oldu. O filmin dengini yapmak mümkün değil, ondan sonra Inferno in diretta, sonra Ultimo mondo cannibale, Concorde affair ve The Barbarians geliyor…
Inferno in diretta bir Wes Craven projesi olarak start aldı orijinal adı Marimba idi. Hangi aşamada bu projeye dahil oldunuz?
Filmin Wes Craven tarafından çekilmesi gerekiyordu. Yapımcı onunla anlaşma imzalamıştı ve filmin Kolombiya’da çekilmesi planlanmıştı. Prodüksiyon başlamadan önce bazı sorunlar yaşandı ve Craven’ın yerine beni çağırdılar. Craven ve başka birisinin oluşturduğu ve o aşamada Marimba olarak anılan senaryoyu aldım ve üzerinde Cesare Frugoni ve Dardano Sacchetti ile birlikte çalışarak tamamen değiştirdim. Filmi Venezuela’da çekmeye karar verdik. Wes Craven filmde hiçbir sahneyi çekmedi.
Oyuncular arasında hem Richard Lynch hem de Michael Berryman bulunuyordu.
Berryman bir sineği bile incitmeyecek bir karaktere sahiptir. Prematüre doğduğu için o ‘tamamlanmamış’ özelliğe sahip, duygusal ve harika bir kişidir. Geçinemediğim tek kişi ise Leonard Mann olmuştu. Lisa Blount’un oynadığı rolde Linda Fiorentino olmalıydı ama o yıl Lisa, Richard Gere ile An Officer and a Gentleman filminde oynamıştı ve ben de onu buna dayanarak seçmiştim. Sorun ise çok fazla yıldızın olmasıydı, biri bir şeyi yapmak istemez, diğeri her zaman sarhoş olur ve ben de (ne sigara ne de içki içen biri olarak) herkesle mücadele vermek zorunda kalmıştım.
The Barbarians düşük bütçeyle çekilmişti.
Cannon prodüksiyon için bir yönetmen ile anlaşmıştı ve aralarında büyük sorunlar vardı. Beni çağırdılar ve her şeyi değiştirdim. Çekimlere başlayan yönetmen her şeyi klasik bir şekilde planlamıştı. Bense bunun yerine hayal gücüne dayalı neredeyse sürreal bir iş çıkarmaya karar verdim. Sonunda dramatik olmaktan çok ironik bir film ortaya çıktı.
Başrol oyuncularının daha sonra harika işlere imza atmadıkları kesin…
İki iri kıyım Amerikalı kardeştiler, tamamen deli ve steroid doluydular.
Camping del terrore Amerikan tarzı slasher filmlere doğru bir kaymaydı.
O film, yabancı piyasa için bir şeyler yapmak isteyen bir yapımcı tarafından bana kabul ettirilmişti. Hikayenin geçtiği yer çok güzeldi, filmi Abruzzo’da çekmiştik. Senaryo yazarı Alessandro Capone beni hala güldürür; insanlara senaryoyu kendisinin yazdığını söylüyor. “Peki bundan ne gibi bir gurur duyuyorsun?” diyorum ona “o filmde bir hikaye yok ki!”. Filmin en iyi yanı Claudio Simoetti’nin yaptığı müzikler.
Bu filmde bile kadro zengin: Mimsy Farmer, David Hess, Charles Napier…
Onu (Napier) kadroya aldım çünkü Rambo‘da oynamıştı bu da filmin yurtdışında pazarlanmasını mümkün kıldı.
Lone Runner?
Filmi 70mm yayınlamak düşüncesiyle Fas’ta çektik ama hiçbir zaman İtalya’da yayınlanmadı. Filmde üzerine fazla düşünülmeden hazırlanmış zayıf bir hikaye vardı ve ne hakkında olduğunu hatırlamıyorum bile.
Bir sonraki filminiz 80’lerde yaptıklarınız arasında en ilginçlerinden biriydi: Un delitto poco comune.
Gianfranco Clerici ve Vincenzo Mannino tarafından yazılan hikaye oldukça güzel ama Fenech sahneye girdiği zaman…sorun onda da değil çünkü onun iyi olduğu da şüphe götürmez ama izleyici Fenech’i böyle bir yapımda görmeye alışkın değil. (Fenech her ne kadar 70’lerde korku ve giallo hayranları arasında tanınmış olsa da Un delitto poco comune’nin gösterime girdiği tarihte İtalyan izleyici tarafından daha çok komedi rolleri ile biliniyordu) Her bakımdan iyi bir film yapmak isterdim. Salıncaktaki çocuğun sahnesi var, atmosfer var… İstisnai bir aktör olan Pleasence kadroda, ama Fenech sahneye girdiğinde sanki Lino Banfi sahneye giriyor! İyi bir aktris ama o filmle alakası bile yok.
O rolü Fenech’e vermek zorunda mıydınız?
O rolü Kelly Le Brock’un oynaması gerekiyordu. Yanlış anlaşılmak istemem, Fenech harika bir profesyonel, sadece bu rol için uygun değildi. İnsanların bir filmi izlemeye gitmesinin nedeninin o filmde onları çeken bir yıldızın olması olduğu göz önünde bulundurulmalı; bu Fenech, Vitali, Buzzanca, Banfi ya da diğerleri olabilir.
1989 senesinde Minaccia d’amore (diğer ismiyle Dial: Help) ile korku filmlerine geri döndünüz.
İtalya’da sinemalarda gösterilmişti ve Berlusconi tarafından Mediaset için satın alınmıştı. Leziz bir film. Bir fantezi filmi ve bu yüzden onu seviyorum. Hikaye, arkadaşını aramaya çalışan bir kıza aşık olan ve kızın çevresindekileri öldüren bir telefon ile ilgili. İşte bu sevdiğim türde bir fantezi filmi. Zombi filmleri ilgimi çekmiyor ama aşık olan bir telefon çekiyor. Ağır korku filmleri benim tarzım değil, ben daha çok fanteziyi tercih ediyorum.
Televizyon için yapılmış prodüksiyonlardan biri olan Oceano’yu yönettiniz.
Bu maalesef hiçbir zaman yayınlanmayacak olan harika, güzel bir hikaye. Alberto Vazquez Figueroa ile birlikte yazdık ve kadrosu da şahane: Mario Adorf, Irene Papas, Ernest Borgnine, Martin Balsam, Senta Berger, Marisa Berenson… Film Fininvest tarafından satın alındı. İtalya’daki her televizyon şirketinin hiçbir zaman kullanmayacakları bir program, film vb. birikimine sahip olması gerekmektedir. İşte bu birikim içinde 60’larda geçen ve hiçbir zaman yaşlanmayan bu dizi de yer alıyor. Çekimlerini Venezuela ve Kanarya adalarında yaptık. Franco döneminde balıkçılardan oluşan bir ailenin hikayesi. Ailenin güzel genç kızı adanın patronlarının birinin oğlunun tecavüzüne uğrar, kızın abisi intikam alır ve çocuğu öldürür ve patronun gazabından kaçmak için Kolombus’un izinden giderek Venezuela’ya kaçması gerekir. Okyanusu geçerken yaşadığı bütün maceraları ekrana getirir. Çok güzel bir film.
Oceano’yu tamamladıktan sonra I ragazzi del muretto ile televizyonda kalmayı sürdürdünüz ki bu çalışmanız son derece başarılıydı. Böylesi bir sonucu bekliyor muydunuz?
Bu işi büyük bir aşkla yaptım. Projeye işe yaramaz ilk sezondan sonra dahil oldum. Çok daha zengin ve iyi bir dizi ortaya çıkardım. Eleştirmenler diziyi methetmekle bitiremedi. Benim yapmadığım üçüncü sezon dahi bu seviyeye ulaştı.
O diziden sonra?
Mamma ci penso io adında çok güzel bir film yaptım, Venezuela’da çekildi ve 1991 Berlin festivalinde çocuk filmleri kategorisinde ikinci oldu. Aynı zamanda Giffoni Film Festivaline de katıldı. Eski bir projemden geliştirilmiş ve komediye adapte edilmiş nefis bir film.
Daha sonra The Washing Machine geliyor, en yeni korku filminiz.
Bu film bir tiyatro oyunundan geliştirilmişti ve çekimleri Budapeşte’de yapıldı. Kadronun doğru olduğundan hiçbir zaman emin olamadığım için ve film çok hızlı çekildiği için The Washing Machine’den memnun değildim.
The Washing Machine’den sonra Güney Amerika’da Bud Spencer ile bir film yaptınız.
RaiUno için yaptığım ve Noi siamo angeli isimli bir televizyon dizisiydi ve oyuncular arasında Philip Michael Thomas, Bud Spencer, Erik Estrada yer alıyordu. Çok hoş. Keşiş kılığına girmiş iki hapishane kaçkınının bir misyonda kendilerini bulmalarını anlatan bir hikaye. Küçük keşişler bir dizi olay ve maceranın çözülmesinde yardımcı olur. Senaryo Moretti, Capone ve iki kişinin daha katkılarıyla yazılmıştı.
Rai kanalıyla birçok defa çalıştınız.
Evet, her ne kadar onlara göre iyi politik erdemlere sahip olmasam da beni çağırırlar. Ama sadece RAI de değil, aynı zamanda yapımcılar da. Televizyon sayesinde hiçbir zaman işsiz kalmadım.
Zimbabwe’de çektiğiniz en son televizyon prodüksiyonundan bahsedin: Pensando all’Africa.
Her biri yaklaşık 90 dakika süren ve bir hastaneyi yönetebilmek için Zimbabwe’de seyahat eden bir doktorun hikayesi ile birbirine bağlanan 12 birbirinden bağımsız bölümden oluşuyor. Başrolde Carol Alt oynuyor ve başhemşire rolünde de Michela Rocco’yu izleyebilirsiniz. Her bölümde faklı bir konuk oyuncu rol alıyor: Thomas Arana, Bert Young, Daniela Poggi, Marco Leonardi ve diğerleri.
Bu bölümler ne hakkında?
Bunlar macera ve aşk hikayeleri ama içlerinden biri de hastanedeki ölümcül hastalardan birinin kendisini öldürmesi için kiralık katil tutmasını konu alan bir gerilim. Daha sonra aklı başına gelir ama artık çok geçtir ve adam işini neredeyse bitirmek üzeredir. Bölümün sonunda katilin hastanedeki bazı kişileri rehin aldığı muhteşem bir kapanış yer almaktadır.
Tolga Demirtaş (tolga@iyikotufilm.com)
- Etiketler: Amina nera Antonio Margheriti Cannibal filmleri Cannibal Movies Danza macabra Ere notte a Roma Fenomenal e il tesoro di Tutankamen Gian Luca Castoldi Gungala la virgine della giungla II generale della rovere Il figli di Spartacus interview Mauro Bolognini Renato Castellani Roberto Rossellini röportaj Ursus il terrore dei Kirghisi Vanina Vanini Viva l'Italia yamyam filmi Yamyam Filmleri
Yorumunuz: