Robotların bizi ürküten yanı nedir? Bizi huzursuz eden şey, düşünen makinelerin varlığı mı yoksa? Robotların, üretimde kullanılmasıyla milyonlarca işsizin ortaya çıkacağını düşünmek mi? Artık robotlar, filmlerde başrolleri parselliyorlar. Yakın gelecekte süper starların pabuçları belki de dama atılacak. Robotlar konusunda olumsuz düşünmemizde filmlerin rolü büyük. Bazen tersi de gerçekleşebiliyor. Örneğin West World filminde Richard Benjamin’in, güzel bir fahişe robotla sevişme sahnesi görüntüleniyor. Kamera, sürekli güzel robotun elmas gözlerindeki derin anlamı ve yaratılan anlamlı bakışları yakalıyor. Tüm bunlardan çıkardığımız, bizi robotlardan ürküten sadece onların metalik soğukluğu ve akıllı fakat duygusuz oluşları.
Robotların ilk ortaya çıkışı 1926 yılında Metropolis filmiyle gerçekleşir. Fritz Lang tarafından çekilen bu film, 2000 yılında yeraltında çok ağır şartlar altında yaşayan işçilerin yaşamlarını konu alır. Maria adındaki genç ve güzel bir kız, işçilerin isyan etmelerini engellemeye çalışmaktadır. Ancak manyak bir kaşif, Maria’nın aynısı bir robot yaparak işçileri isyana teşvik ettirir. Bu film, robotlar ve bilgisayarlar konusunda insanların canını sıkan üç şeyi açıklamaya çalışmaktadır; robotlar insanlardan güzeldir, robotlar insanları taklit ederek onların yerini alabilirler ve robotlar insanları üzmezler.
1930’lu yıllar ise bu tür filmlerin yapılmasının hızlandığı başarılı bir ortamdı. Ancak faşizmin yaygınlaşması yaratıcılığın ve yeniliklerin gelişimini engelliyordu. Böylece robotları 1950’li yıllara kadar bir daha beyazperdede görme imkanımız ortadan kalkıyordu. 1950’lerde birkaç başarısız deneme yapıldı. Robotların tek psikolojik davranışı olan soğuklukları Invasion of the Bodysnatchers ve Invaders from Mars filmleriyle ilk kez denenmeye başlandı. Bu tür yapıtlar soğuk savaş döneminde Amerikalıların delice duygularını istismar eden yapıtlardı.
1956 yılında çekilen Forbidden Planet filmiyle Robby adlı robotla, robotlar ilk defa insanlara sevdirilmeye başlandı. Başının üstünde para ile çalışan otomatik bir pikap taşıyan Robby oldukça ilgi çekti. Böylece Hollywood, sorulduğu zaman cevap veren, emredilen her şeyi yapan köle robotlarla yeni bir dönüm noktasına geldi. Yapıldığı dönem dikkate alındığında Robby aslında, hizmetçi ve ev kadınının bir birleşimiydi. Fakat Forbidden Planet filminin teması daha derin tahlilleri gerektirmektedir. 2200 yılında bir uzay gemisi daha önceden giden görevlileri aramak için izole edilmiş gezegen Altair IV’e gider. Askeri uzay gemisindeki Amerikalı şımarık çocuklar, insanı oldukça sinir eden bir şekilde tasvir edilmişlerdir. Bu çocuklar, köle robotlarıyla sakin bir yaşam sürdüren yaşlı bir babayla kızını bulurlar. Yaşlı adam, eski uygarlıklardan kalma bir makine sayesinde bilgi birikimini en az on kat arttırmıştır. (Senaristin bu makineden yeterince yararlanamaması ne kadar üzücü) Filmin konusu Sheakspear’in The Tempest’inden alınmış. Fakat bazı uyarlamalar çok kötü. Robot Robby ise sadece verilen emirleri yapan köle robotlardan çok farklı ve sempatik olarak yansıtılmış. Filmin ilgi çekici yanlarından biri ise uzay gemisinin çekiciliği ve gemideki karakterlerin çarpıcılığı.
İnsanlarla makineler arasındaki tehlikeli ilişkilerin işlendiği dönemin en iyi filmlerden biri şüphesiz Dr. Who and the Daleks’dir. Filmde sahtekarlar her zaman doktorlardan daha zeki gösterilmekte.
1960’lı yılların başlarında bilim kurgu türünde beyazperdede Cybernauts ve Cybermen’ler boy gösteriyordu. Ancak insan ile robotlar arasındaki ilişkinin en gerçekçi şekilde işlenmesi 1967 yılında çevrilen 2001: A Space Odyssey ile gerçekleşti. Jupiter’e doğru yol alan uzay gemisinde tüyler ürperten olaylar gelişmekteydi. Gemideki tüm işler Hal olarak bilinen bir süper yapay zeka tarafından idare edilmekteydi. Hal’ın ilgi çekici yanı kendisinin başka bir yapay zeka tarafından yapılmış olması ve insanların onun nasıl yapıldığını bir türlü anlayamamasıydı. O kadar karmaşık bir yapısı vardı ki, neredeyse insani ilişkiler kurabilecek kadar gelişmişti.
Hal’ın en büyük sorunlarından birisi insanların kölesi olmayı kabullenememesiydi. Satrançta yenebileceği birisinden neden emir almak zorunda kalsın ki?
1973 yılında çekilen Westworld filmiyle yazar ve yönetmen Michael Crichton, robotlar hakkında farklı düşünceler geliştirdi. Filmde insanların her istediğini gerçekleştiren robotların var olduğu bir eğlence ve sayfiye kenti tasvir ediliyordu. Bu kentte 20.yy dan çok gerilere batının yaşadığı en vahşi günlere bile gidebiliyordunuz. Orada robotlardan tedarik etmiş olduğunuz silahlarla en iyi silahşörleri yenip önünüze çıkanı alt edebiliyor ya da çok güzel bir robot kızı ile beraber olabiliyordunuz. Kentteki tüm robotlar her istenileni yapacak şekilde programlanmıştı. Ancak bu filmde de robotlar kendi yaşamlarını özgürce yaşayamama kompleksine kapılmaktaydı. İlk tepki olarak, programlarının tersine misafirlerle yapılan düelloları kazanmaya başladırlar.
Robotların en büyük sorunu çocuk sahibi olamamaları. Üreme ve gelişmeleri sadece insanların elinde. Demon Seed filminde, bir robot, Susan Harris adlı bir kadına evinde hapsederek tecavüz eder ve bir çocuk sahibi olmayı başarır. Kocasının çocuğu öldürmek istemesine karşın kadın çocuğunu korumaya çalışmaktadır. Demon Seed ilginç fikirleri ve başarılı çekimleriyle etkileyici bir filmdir. Filmin ana teması olan robotun kadına tecavüz etmesi gibi orijinal bir fikre karşın senaryo çok basit. Başrolünde Julie Christie ve Fritz Weaver’ın oynadığı bu filmin yönetmeni ise Donald Commell’dir.
70’li yılların sonundan günümüze kadar olan süreçte de robotlar büyük değişimler yaşayarak beyazperdedeki yerlerini almaya devam ettiler.
Tolga Demirtaş (tolga@iyikotufilm.com)

GORA filminde Ozan Güven’in canlandırdığı 216 robotunu unutmamak lazım. Yapı olarak gerçekten yaratıcıydı.
Yorumunuz: