Paris doğumlu Polonyalı yönetmen Roman Polanski’nin Gérard Brach ile senaryosunu geliştirdiği 65 yapımı Repulsion, apartman üçlemesinin (Repulsion, Rosemary’s Baby, Le locataire) ilk filmi olmakla beraber Polanski’nin sanatsal gelişim yolunda ve kariyerinde önemli bir dönüm noktası olmuştur. Ayrıca psikotik sahneleri ve sürrealist geleneği ile sinema tarihinde önem kazanmış, ilk İngilizce filmi olarak kayıtlara geçmiştir. Ama öncelikle Polanski’nin Repulsion’de Psiko-Freud bir deney yarattığını ve hemen bağlamında Alfred Hitchcock’un 60 yapımı Psycho ile arasında Freudyen psikolojik çalışma türünün karşılaştırılabileceğini ve aynı çerçeve içerisinde değerlendirilebileceğini söyleyeyim. Dahası, Repulsion, Polanski’nin ilk -sürrealist- başyapıtı olma niteliğini taşıyor. Eh, hak etmiyor da değil. En nihayetinde, Polonyalı yönetmenin zihnimizi parçalamakta ve psikolojik gerilim yaratmakta oldukça kararlı olduğunu rahatsızlık boyutunun içinde rahatlıkla görebiliyoruz. Anlayacağınız, Repulsion’de Polanski’nin büyüleyici siyah-beyaz gerçeküstü çekimine ve Catherine Deneuve’ün canlandırdığı Carol karakterinin yıkıcı tavrına ve çetrefilli zihnine tanık oluyoruz. Diyeceğim şu ki; Polanski’nin yaptığı gibi gerçeği bir kenara bırakalım -ki yapmadığımız bir şey değil- ve yüz iki dakika boyunca hümanizmin içinde kaybolalım.
Ayrıca Repulsion’in, Polanski’nin diğer filmlerine nazaran daha baskın bir temaya sahip olduğunu görürsünüz. Peki bunun nedeni ne olabilir? Tabii ki toplumdan başka bir şey olamaz. Meselâ kısa filmi Usmiech Zebiczny’yi hatırlayın. 1957’den bu yana Polanski’nin yarattığı karakterler, toplum tarafından değişik formlarda dayatılan bazı sınırları çeşitli şekillerde ihlal ediyor. Eh, Polanski de tam olarak bu tarzı benimsiyor. Sanıyorum ki bu tarzın kaynağı, Polonya’da kaldığı zamanlara uzanıyor. En nihayetinde, her şeyin bir patlama noktası vardır ve Polanski patlayalı bayağı olmuştur. Açıkçası “Nasıl olur?” diye soruyorum bazen kendime, “Nasıl bu kadar bütünleşebilir?” Ama hemen cevabını veriyorum -ki cevaplarını bildiğimiz soruları sormayı çok severiz. Toplumun dayatılarını ihlal edecek karakterler yaratması, politize etmesi, kendini soyutlaması ve görünmeyeni keşfetmesi en güzel cevap olur sanırım. Bu arada, Polanski’nin hayatına şöyle bir baktığımızda, karısı Sharon Tate’in karnındaki bebeğiyle birlikte Manson ailesi tarafından öldürülmesinin Polanski’yi ne kadar çok derinden etkilediğini görürüz. Şöyle ki; Polanski’nin korkunç bir mizah anlayışına sahip olduğunu buradan anlayabiliriz.
Gelelim ki Catherine Deneuve’ün canlandırdığı Carol karakterine, saflığın sembolüdür. (Ah, o üzerindeki beyaz elbisesi, sanki bir melek gibiydi.) Bilirsiniz ki bir yabancının, tam anlamıyla yabancı bir şehirde yaşaması, kurallara alışmak zorunda olması ve bununla kalmayıp toplumun dayatılarına katlanmak zorunda olması oldukça zordur. Nitekim Londra’da yaşamak, Carol’un geldiği yerden daha homofobiktir ve bu da Carol’un seçimlerini özgürce yapmasını engellemektedir. Ayrıca Carol homoseksüel bir karakterdir. Anlayacağınız, Carol sadece cinsel penetrasyona karşı savaşmıyor, toplumun içindeki baskıcı tüm bireylere karşı da savaş veriyor. En nihayetinde, Carol’un nasıl bir savaşın içinde olduğunu az-çok tahmin edebiliyor ve çetrefilli zihnine çoktan dahil olduğumuzu anlayabiliyorsunuzdur.
Son olarak, Repulsion’in sürrealist doğası ve türünün örnekleri göz önüne alındığında, fallik ve penetrasyon sembollerinin ağır bastığını görebiliyoruz ki Polanski de tam olarak bunu yapmayı amaçlıyor. Eğer ki Freud’u seviyorsanız, Repulsion size altın madeni gibi gelecektir.
Buğra Şengül

- Etiketler: Apartment Attempted Rape Banjo Bar Barefoot Barricading Door Bathroom Bathtub Beaten To Death Beauty Parlor Beauty Salon Bed Belgian Belgian Immigrant Bell Bell Ringing Biting Fingernails Blonde Blood Bludgeoning Boyfriend Girlfriend Relationship Brass Bed Breaking Through A Door Brushing Hair Brushing Teeth Bumping Heads Candlestick Catherine Deneuve Character Study Childhood Photo Cigarette Smoking Claustrophobia Clock Close Up Of Eyes Co Worker Controversy Crack In The Wall Critically Acclaimed Crying Cult film Cut Telephone Line Dead Body Dead Body In A Bathtub Dead Rabbit Depression Disembodied Hand Dog Door Bell Elevator England Eye Face Slap Family Photograph Fear Fear Of Sex Female Protagonist Fly Footsteps Gérard Brach Glass Of Water Glove Gore Hair Chewing Hair Curlers Hallucination Heavy Rain Hit With A Candlestick Homicidal Hysteria Ian Hendry Independent Film Insanity Ironing Isolation John Fraser Kiss Kissing Landlord Late Rent Lingerie Slip Lipstick Listening To Sex London England Long Take Loud Sex Male Male Kiss Manicurist Mental Illness Mirror Money Murder Murderer Nail Polish Neighbor Nightmare Nun Nunnery Old Woman One Word Title Orgasm Overflowing Bathtub Overhearing Sex Paranoia Peeling Potatoes Peep Hole Phone Booth Photograph Postcard Potato Psiko-Freud Psycho Thriller Psychological Disintegration Psychotic Pub Purse Rabbit Rain Rape Fantasy Rape! Razor Razor Blade Reality Reference To Cassius Clay Reference To Charlie Chaplin Reference To Cinderella Rent Rent Money Repressed Sexuality Repression Repulsion Ringing Telephone Roman Polanski Rotten Food Rotten Meat Schizophrenia Seduction Sewing Sexual Repression Shaving Sister Sister Relationship Slashing Stabbed To Death Stabbing Straight Razor Street Performer Sugar Cube Suitor Surrealism Sweaty Face Telephone Telephone Call Terror Ticking Clock Unwanted Kiss Usmiech Zebiczny Vacation Very Little Dialogue Virgin Water Overflowing Withdrawal
freud’a olan hayranlığımın pekiştiği bu filmi yıllar önce izlemiştim ve şunu söylemek zorundayım ki anca bu kadar güzel tasvir edilebilirdi. kalemine sağlık.
Yorumunuz: