George A. Romero’nun hem senaryosunu yazıp hem de yönetmenliğini yaptığı Martin (1977) adlı kült korku filmi, farklı bir vampir öyküsü anlatıyor. Vampir mitlerini sorgulayan bir bakış açısını işleyen filmde John Amplas, Lincoln Maazel (Cuda), Christine Forrest (Christina), Elyane Nadeau (Bayan Santini) gibi oyuncuların yanı sıra makyaj sanatçısı Tom Savini (Arthur) ve yönetmen Romero (Peder Howard) da filmde yer alıyor.
Martin, ondan pek hazzetmeyen Katolik kuzeni Cuda’nın yanına taşınır. Cuda, torunu Christina ile beraber yaşayan, huysuz ve bağnaz yaşlı bir adamdır. Martin ise 84 yaşında olmasına rağmen 20’li yaşlarında görünen, çekingen bir gençtir. Cuda’ya göre Martin bir vampirdir hatta Nosferatu’nun ta kendisidir ve ailede onun gibi bu lanetten nasibini almış başka kişilerde vardır. “Önce ruhunu kurtaracağım. Sonra seni yok edeceğim.” diyerek ailenin lanetini kırmaya ant içen Cuda ile Martin arasındaki zorlu mücadele hiç bitmeyecek gibi görünmektedir.
Martin Cuda’nın aksine vampir olduğunu inkar eder, onun kan içmesi ve yaşlanmaması sadece hastalığından dolayıdır. Bunlar haricinde ısıra ısıra sarımsak yiyebilir, güneşe çıkabilir. Haç ona zarar vermez (hatta kiliseye bile gider) ve her gün kan içmesi de şart değildir. Bildiğimiz vampirler, normal bir insandan çok daha güçlüdür ve saldırarak veya insanları hipnotize ederek kanlarını emerler. Ama Martin çelimsizdir ve onun uyku veren iğneleri vardır. İlk önce kurbanına iğne yapar sonrasında ise bileklerini keserek kanlarını emer. Adeta bir seri katil edasıyla etrafı toparlar, izleri siler ve intihar süsü verdiği kurbanını ardında bırakır. Artık onun için bir ritüele dönüşen bu alışkanlığının altında sadece kan arzusu yoktur. Kadınlarla iletişim kurmaktan çekinen Martin, kurbanlarıyla ilişkiye de girer ama bu sefer çekinmesine gerek yoktur. Çünkü onlar zaten bunun farkında değildirler. Bunun için de Martin’in en büyük hayali, uyanık olan bir kadınla seviştikten sonra onunla oturup sohbet edebilmektir.
Filmde arada gördüğümüz Martin’in geçmişine ait siyah beyaz kesitler adeta Dışavurumcu Alman Sineması’nı hatırlatıyor. Bu yönüyle de Nosferatu (1922)’ya da bir selam göndermiş oluyor. Aslında Romero filmin tamamının siyah beyaz olmasını istemiş ama yapımcılar riske girmek istememişler ve bu yüzden sadece bazı sahneler siyah beyaz olabilmiş.
Zombilerin atası olmasa da babası sayabileceğimiz Romero, vampirlere de Martin filmiyle klişeleri reddederek başka bir açıdan bakmayı başarmış. Hatta filmde Martin, bildiğimiz vampir gibi giyinip uzun sivri dişler takarak Cuda’yı korkuttup dalga geçtiği ve radyo programını arayıp vampir olmanın zorluklarını anlattığı sahnede mevzunun ironik kısmını özetler nitelikte. Filmin orijinalinin 2 saat 45 dakika olduğunu ama Romero’nun bile o kopyanın nerede olduğunu bilmediğini ve yine de kendi filmografisindeki en sevdiği filmi olduğunu da hatırlatalım.
Müge İBRİKÇİ
Yorumunuz: