Bir İtalyan Katolik köyün sakinleri her yıl düzenlenen dini festivale hazırlanırken Debauchery gizlice her türlü ahlaksız davranışın zevkini sürmektedir.
Dükkanının önünden geçen genç kızlara yan gözle baktıktan sonra kendisini bir cinsel taşkınlık haline sokan köyün kasabı kendisini dondurucuya kapatır ve tavana asılı sığır gövdeleriyle ilişkiye girer. Bu sırada, büyükbabasının cenazesine katılan ve delirmemek için insanlarla iletişimini kesen genç bir kız kendi babasından –eşine şiddet uygulayan ve tecavüz eden alkolik bir komünist- hamile kalır ve isimsiz, İsa’ya benzeyen ve köyün yalnız kadınlarının fantezi malzemesi olan bir adam köyün çocuklarının hayranlığını kazanır. Daha sonra, tıp dergilerinden iç organ resimlerini keserek bunları fotomodellerin resimleri üzerine yapıştırmayı saplantı haline getirmiş ateist bir adam akıl hastası ve sağır eşinin tuvaletten su içmesini ve şiddetli bir seks krizi sırasında kanaması olan ve ölmek üzere olan bir adam üzerine hacet gidermesini izler. Bütün bunlar olurken kimse Katolik Kilisesine gitmeyi de ihmal etmez.
Sinematografi ve filmin müzikleri birinci sınıf ve filmin içeriği Şiddetli, Rahatsız Edici, İç Organlarla Dolu, Dehşet Verici ve Seksüel.
70’lerin ortalarında İtalya zor bir dönemden geçiyordu. Bu yıllar, terörizm ve suikastların yaşandığı, trenlerde bombaların patladığı ve insanların sokak ortasında soğukkanlı bir şekilde vurulduğu ‘Anni di Piombo’, kasvetli yıllardı. Bu dönemin çoğu İtalyan filmi insanların yüzlerinden ve gözlerinden okunabilen endişe ve huzursuzluğu yansıtıyor ve aynı bunalımı izleyiciye aktarıyordu.
İtalyanın 2. Dünya Savaşı sonrasındaki en güçlü ve tartışmalı entelektüel şahsiyeti yazar/yönetmen Pier Paolo Pasolini’nin ‘Trilogy of Life’ (IL DECAMERON, I RACCONTI DI CANTERBURY, IL FIORE DELLE MILLE E UNA NOTTE) ve son filmi SALO ve bu filmin galası öncesinde yönetmenin trajik ölümü ve sansür tartışmaları İtalyan sineması üzerine kara bir bulut gibi çökmüştü.
70’lerin ortalarında Alberto Cavallone İtalyan sinemasında marjinal ve şahsına münhasır bir şahsiyetti. 1968’de ikinci filmi LE SALAMANDRE, filmin sosyopolitik temasını gölgede bırakan imalı adı ve lezbiyen eğilimleriyle ona büyük ticari başarı getirmişti. Birçokları tarafından seks sahnelerinde usta bir sözde yönetmen olarak etiketlenen Cavallone, geniş kültürü ve geleneklere aykırı çalışma yöntemleriyle alışılmamış ve anarşist bir yapımcıydı. LE SALAMANDRE’yi takip eden filmi çok geçmeden bu ticari başarının altını kazıdı. DAL NOSTRO INVIATO A COPENHAGEN (1969), Vietnam savaşı ile ilgili bir hikayeydi ve QUICKLY (1971) ise postmodern duruşuyla ve tuhaf çizgi film eklemeleriyle casus türünün saçmalıklardan uzak bir analiziydi. AFRIKA (1974) bir kez daha kolonileşme ve homoseksüellik temasını ele aldı ama bu tarihte yönetmen fikirlerini filme aktarmakta zorlanmaya başlamıştı.
Cavallone, L’uomo la donna e la bestia (1977) ile ticari başarı yakalayacak ürünler yaratma çabalarını tamamen bir kenara bıraktı ve sürrealist fikirleri ve saplantılarının beyaz ekranda patlamasına izin verdi: Sade, Georges Bataille’nin L’HISTOIRE DE L’OEIL (bir vajinadan dışarı bakan bir göz) ve Gustave Courbet’in tablosu L’ORIGINE DU MONDE, her biri bu şaşırtıcı şekilde katmanlara ayrılmış, anlaşılır olmak adına mantığa açık bir şekilde meydan okuyan ve kışkırtıcı görüntülerin cesur bir bileşimini sunan mozaiğin bir parçasıdır.
Tolga Demirtaş (tolga@iyikotufilm.com)
https://www.youtube.com/watch?v=dn9P0yZVBUE
Yorumunuz: