iyiköfüfilm

14
Kas
2012

Repulsion (1965)

Korku Filmleri kategorilerinde yayınlandı.

Polanski sınırları zorluyor.

Paris doğumlu Polonyalı yönetmen Roman Polanski’nin Gérard Brach ile senaryosunu geliştirdiği 65 yapımı Repulsion, apartman üçlemesinin (Repulsion, Rosemary’s Baby, Le locataire) ilk filmi olmakla beraber Polanski’nin sanatsal gelişim yolunda ve kariyerinde önemli bir dönüm noktası olmuştur. Ayrıca psikotik sahneleri ve sürrealist geleneği ile sinema tarihinde önem kazanmış, ilk İngilizce filmi olarak kayıtlara geçmiştir. Ama öncelikle Polanski’nin Repulsion’de Psiko-Freud bir deney yarattığını ve hemen bağlamında Alfred Hitchcock’un 60 yapımı Psycho ile arasında Freudyen psikolojik çalışma türünün karşılaştırılabileceğini ve aynı çerçeve içerisinde değerlendirilebileceğini söyleyeyim. Dahası, Repulsion, Polanski’nin ilk -sürrealist- başyapıtı olma niteliğini taşıyor. Eh, hak etmiyor da değil. En nihayetinde, Polonyalı yönetmenin zihnimizi parçalamakta ve psikolojik gerilim yaratmakta oldukça kararlı olduğunu rahatsızlık boyutunun içinde rahatlıkla görebiliyoruz. Anlayacağınız, Repulsion’de Polanski’nin büyüleyici siyah-beyaz gerçeküstü çekimine ve Catherine Deneuve’ün canlandırdığı Carol karakterinin yıkıcı tavrına ve çetrefilli zihnine tanık oluyoruz. Diyeceğim şu ki; Polanski’nin yaptığı gibi gerçeği bir kenara bırakalım -ki yapmadığımız bir şey değil- ve yüz iki dakika boyunca hümanizmin içinde kaybolalım.

Ayrıca Repulsion’in, Polanski’nin diğer filmlerine nazaran daha baskın bir temaya sahip olduğunu görürsünüz. Peki bunun nedeni ne olabilir? Tabii ki toplumdan başka bir şey olamaz. Meselâ kısa filmi Usmiech Zebiczny’yi hatırlayın. 1957’den bu yana Polanski’nin yarattığı karakterler, toplum tarafından değişik formlarda dayatılan bazı sınırları çeşitli şekillerde ihlal ediyor. (daha&helliip;)


9
Mar
2012

Morirai a mezzanotte (1986)

Giallo Korku Filmleri kategorilerinde yayınlandı.

Lamberto Bava’nın 1986 yılında çektiği Morirai a mezzanotte ya da Midnight Killer, yönetmenin diğer filmleri gibi türe pek fazla katkısı olmayan ama izlendiği takdirde zevk alınacak bir film. Lamberto Bava denen adamın işi gerçekten zor, yaptığı bütün işler otomatik olarak babasıyla kıyaslanmış. Tabii ki Mario Bava ile kıyaslandığında vasat kalıyor (ki çok az kişi kalmaz). Bağımsız olarak ele alındığında ise Lamberto Bava gençliğinde babasıyla geçirdiği yıllardan çok şey öğrenmiş bir yönetmen olarak karşımıza çıkıyor. Atmosfer yaratma ve izleyiciyi diken üstünde tutma konusunda gayet başarılı, böylece uzun kovalamaca sahneleri bazı giallo veya slasher filmlerinde olduğu gibi uyku getiren veya izleyiciye kötü anlamda eziyet eden türden değil. Midnight Killer’ın güzelliğine etkisi olan isimlerden bir diğeri ise filmin müziklerini hazırlayan Claudio Simonetti. Simonetti’yi özellikle Dario Argento filmlerindeki müzikal katkılarından hatırlayabilirsiniz, kendisi Goblin grubunda da klavye çalıyormuş. Midnight Killer’da ise zaten müzikler gayet dikkat çekici. Filmin senaryosu ise Lamberto Bava ve Dardano Sacchetti’ye ait. Sacchetti’nin daha önce çalıştığı senaryolar arasında Zombi, Manhattan Baby ve New York Ripper gibi Lucio Fulci filmleri ile kült haline gelmiş Bronx Warriors, Blastfighter, Cut and Run gibi aksiyon filmleri var.

Yönetmenin bu filmden üç sene önce çektiği A Blade in the Dark’la kıyaslandığında üç sene içerisinde giallo tarzında büyük bir yol kat ettiğini görmek mümkün. A Blade in the Dark’ın aslında televizyona yönelik dört bölümlük bir dizi projesi olduğunu fakat barındırdığı şiddetten dolayı reddedildiğini ve boşa gitmesin diye sinemaya çok düşük bir bütçe ile uyarlandığını da göz önünde bulundurmak lazım. (daha&helliip;)


1
Şub
2012

Opera (1987)

Giallo kategorilerinde yayınlandı.

Amerika’da “Terror at the Opera” ismiyle vizyona giren film, 1987 yılında Dario Argento tarafından yazılıp, yönetilmiş bir İtalyan giallo filmi. Başrolleri Cristina Marsillach, Urbano Barberini ve Ian Charleson paylaşıyor.

Film Argento’ya ticari anlamda oldukça getiri sağlamıştır. Zaten filmi de izlediğimiz zaman sinemasal değerini bir kenara bırakıp, “sex-murder” açısından bakılacak olunursa, ticari bir kaygısının olduğunu fark etmememiz mümkün değil. Filmdeki cinayet sahneleri yine filmin genelinde olduğu gibi oldukça başarılı. Filmin türüne yakışır abartılı kamera açıları ve yine abartılı dekorlardan kaçınmamıştır. Şiddet ve müziğin mükemmel uyumu da gözden kaçmıyor ve film boyunca İtalya’nın Rönesans ruhuna yakışır, bir birinden güzel klasik eserleri dinlerken, araya katilin ruhunu yansıtan ve bizi daha da bir telaşa sokan rock soundları girdiğinde tadından yenilmez bir hal alıyor. Opera salonundaki kuşların gözünden çekilmiş sahneler kamera hareketlerinin bir kuş gibi oradan oraya yalpalanması oldukça baş döndürücü, “bu gerilim bitsin de haydi artık odaklansın” diye umutla beklenilebilir. Ayrıca Argento, ilham kaynağı Hitchcock’un röntgenci sinema ruhuna saygı duruşunda bulunmaktan geri kalmamış.

Bir parça da filmin konusuna değinelim. 17 yaşındaki Betty, Verdi’nin Macbeth’indeki (İtalyan besteci Verdi’nin, Shakspeare’in Macbeth’ini temel alarak bestelediği 4 perdelik opera eseri) başrol oyuncusunun ayağını sakatlaması ile bu rolü alma şansı yakalar. (daha&helliip;)

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

İyiKötüFilm Hakkında
İyiKötüFilm Röportajlar
İyiKötüFilm Bağlantılar
Extreme Haribo Giallo For Dummies Immoral Tales Kahramanlar Sinemada Korkucu Once upon in a time in Western Öteki Sinema Sinematik Ters Ninja

İyiKötüFilm Feeds


İyiKötüFilm
yeni