iyiköfüfilm

19
Eki
2013

Swingers Massacre (1975)

İstismar Filmleri Korku Filmleri kategorilerinde yayınlandı.

Swingers-Massacre-(1975)Evlilikte şöyle bir öneri herhalde pek kabul görmez; seks hayatını canlandırmak için eşleri değiştirme fikri. Filmdeki kahramanlarımız Amy ve eşi Charlie için ise bu durum öyle değil.

Eğer sıradan, sıkıcı seks filmlerinden benim gibi sıkıldıysanız, sinematograf Ronald Victor Garcia’nın erken dönem filmlerinden birisi olan Swingers Massacre ya da diğer adıyla Inside Amy filmine bir göz atmalısınız. Her ne kadar yönetmenin bir diğer filmi The Toy Box kadar gerçeküstü ve tuhaf olmasa da bir o kadar rahatsız edici.

70’li yıllarda swinger fikri eşler arasında çok popüler değilken ve günümüzde bile çok kabul görmezken, bu olayın beyazperdeye yansıması oldukça tartışmalı olmuştur. Charlie Tishman (Mikel Angel), iyi bir kariyere sahip, çevresince sevilen,  başarılı bir avukattır. Eşi Amy (Joyanne Mitchell) ise tipik bir Amerikan ev hanımıdır. Monoton giden evliliklerine yeni bir soluk katmak için Charlie eşi Amy’ye swinger fikrinden bahseder ve onu ikna etmeye çalışır. Belki 70’li yıllarda bu fikir bir çok ailenin dağılmasına yol açmış olabilir ama bizim kahramanlarımız için olay oldukça farklı.

Film, 80’ler komedi korku filmleri Eating Raoul, Terrorvision gibi filmlerin unsurlarını içerse de 70’lerin korku filmlerinin karakteristik özelliklerini taşıyor. Filmin özellikle son yarısında yer alan cinayet ve vahşet sahneleri dışında film tam olarak gerçekçi bir seks filmi. (daha&helliip;)


Die-Screaming,-MarianneTürkiye’de “Çığlıklar Arasında” ismiyle bilinen Die Screaming, Marianne, İngiliz yönetmen Pete Walker’ın yönetmenliğini yaptığı, başrollerinde Susan George ve Barry Evans’ın yer aldığı bir korku-gerilim filmi.

İngiliz yönetmen Pete Walker özellikle 70’li yıllar boyunca korku ve seksploitation türünde işlere imza atmış bir yönetmen. Özellikle bu iki türü harmanladığı filmleriyle bilinen yönetmen, filmlerinde genellikle otoriteyi temsil eden bir figüre ve ahlaki ve toplumsal kurallara uymadığı için cezalandırılan bir karaktere yer verir. Otoriteyi temsil eden figürler genellikle rahip ya da yargıç olurken cezalandırılan ise genellikle genç bir kadındır. Andrew Sachs ve Sheila Keith ise filmlerinde sıklıkla yer verdiği iki isimdir.

Hikaye büyük ölçüde korku- gerilim ve dönemin popüler türü giallo arasında gidip gelmekte. Büyüleyici yıldız Susan George, ailesiyle yaşadığı Portekiz’den kaçarak İngiltere’ye gelen dik başlı Marianne’ye hayat veriyor. Babası eski bir yargıç olan Marianne annesinin ölümünün ardından büyük bir servete konar ve 21 yaşına ulaştığı anda para kendisinin olacaktır. Üvey kız kardeşi ve babası portekiz’e dönmesi için yolunu gözlerken (!) o sadece paraya değil aynı zamanda babasının kirli işlerine dair sırlara da ulaşmıştır. Ana hikaye olarak bu çerçevede geçen film, önemsiz alt hikayeleri de içinde barındırıyor. Oldukça tutarsız bir şekilde ilerleyen senaryo, bir sahneyi anlamaya çalışırken birden başka bir sahneye atlıyor. (daha&helliip;)


2
Ağu
2012

Hellraiser (1987)

Korku Filmleri kategorilerinde yayınlandı.

80li yılların korku filmlerini sevenler için ve dolayısıyla benim için de çoktan klasik mertebesine ulaştığını belirterek başlamak istiyorum bu yazıya. Filmin yönetmeni Clive Barker‘ın ilk filmi ve bence sinema tarihindeki tüm ilk filmler arasında ilk 20 içine girmeyi hakeder.

Clive Barker, altı bölümden oluşan “The Books of Blood” hikayeleriyle korku türüne verdiği eserlerle usta yazar Stephen King tarafından da başarılı bulunmuş bir isim.

Filmi izlememiş olanlar bile baş “kötü” karakter olan Pinhead (Doug Bradley)’e mutlaka popüler kültürün bir yerlerinde rastlamışlardır ve aşinadırlar. Filmde uzun süre hiç görünmemesine rağmen, arada sırada ortaya çıkmasına rağmen film bittiğinde en çok akılda kalan karakter olması da etkileyiciliğinden ve akılda kalıcı bir kötü adam karakteri yaratılmış olmasından kaynaklanıyor.

Açılış Frank Cotton (Sean Chapman)’ın bulmaca içeren gizemli bir kutu almasıyla yapılıyor. Frank zevk arayışı içinde olan, kendisiyle takıntılı hedonist bir karakterdir ve hep daha fazla zevkin mümkün olduğu düşüncesiyle sonunda bu kutunun sırlarını çözmeye karar verir ama bu onun kendi evinin içinde başka bir dünyaya, karanlık bir dünyaya doğru yolculuğa çıkmasına neden olur.

Birkaç yıl sonra Julia ve Larry yeni bir evlilikten sonra yeni evlerine (Frank’in cehennemin kapılarını açtığı eve) taşınmışlardır. Bu evlilik Larry açısından aşk dolu olsa da Julia tarafında durum aynı şekilde değildir. Aslında onun tutku ile yaklaştığı kişi Larry’nin kardeşi Frank’tir ve bu evde bir çok paylaşımları da olmuştur. (daha&helliip;)


Zombie Strippers, 2008 yapımı Jay Lee tarafından hem yazılan hem de yönetilen distopik dünyada geçen bir film. Kısa filmleri çoğunlukta olan yönetmenin uzunları arasında 2011 yapımı Alyce, Noon Blue Apples (2002) ve Season of Youth (2003) filmleri de yer alıyor. Normal seyirde ilerlemeye gerek duymadan anında konuya giriş yapan film, çok yüksek beklentilerle izlemememiz gerektiğini ilk sahnelerden belli etmesi, yönetmenin diğer yapımı olan Slaughter (2006) tadında.

Açılış sahnesinin George W. Bush ile yapıldığı, sistemdeki makinanın hatası sonucu Bush’un başkanlığının (arka arkaya) dördüncü dönemi olduğu bir zaman ve başkan yardımcısının da Arnold Schwarzenegger olduğu yakın gelecek Amerikası’nda geçen filmde, adalet bakanı olan Jenna Bush’un filmde verilmeyen “çok havalı” konuşması sonucunda ilerleyen olaylar! Bu olaylardan biri film içinde önemli yer tutan çıplaklık meselesi. Şöyleki; yapılan anayasal düzenleme ile toplum içinde “çıplaklık” yasaklanıyor. Bush’un kendisine uymayan bu yasaya el atması sonucu patlak veren savaş ve askeri kayıplar veren Amerika’da, bir amerikan firması çözüm üretmek için toksin üretir. İleride karşımıza çıkacak çlgın bilim adamının ürettiği bu virüsün bulaşıcılığı da verilen haberler arasında. Ortaya çıkan bu ciddi gelişme sonucu, olay yerine gönderilen hepsi de birbirinden (bir kişi dışında) “sert” olan ordu üyeleri duruma müdahale etmeye çalışır. Çılgın bilim adamının çılgın projesi; “eğitilebilen zombi askerleri”dir. Fakat deney sekteye uğrar, farklı cinsiyette farklı şekilde gözlemlendiği ortaya çıkar. X kromozumunda daha saf halde kalan ve mutasyona uğrayacak ama bunun çok sonradan farkedileceği bu deney şimdilik sadece erkekler üzerinde ilkelleştirici etkiye sahiptir. (daha&helliip;)


7
May
2012

Blood and Roses (1960)

Korku Filmleri kategorilerinde yayınlandı.

Uzun yıllardır saygı duyularak bilinen ve vampir mitine farklı bir yaklaşım getiren bu Roger Vadim filmi, sinema tarihindeki önemli yerini halen korumaktadır. Geçmişe dönüp baktığımızda, bu filmde zarif ve şık bir hikaye görüyoruz, aynı zamanda Sheridan Le Fanu‘nun Carmilla karakterinin erotizmini beyazperdeye en başarılı şekilde uyarlayan bir kaç filmden biridir.

1961 yılında ise durum farklıydı. O yıllarda, Hammer’ın abartılı bir yaklaşım sergilediği Dracula uyarlamasının yanında, Blood and Roses filminin hafif kaldığı ve biraz da sakin olduğu şeklinde yorumlar yapılmıştı. Değerli olduğu kabul ediliyordu ama korku filmi öğelerine sahip olmadığı söyleniyordu. Yönetmen Vadim’in ticari kaygılar ile sanatsal sunum arasında bir yerlerde kaldığı, eski moda tutuculuk ve Fransız New Wave akımı arasında bulunduğu söylenirken, duygusal öğeleri ön plana çıkarmak uğruna şiddet öğelerini feda etmesi eleştirilmişti.

Bu eleştiriler tamamıyla haksız sayılmaz, Vadim’in sanatsal içgüdüleri filmin açılışından itibaren açıkça görülüyor, Le Fanu ismine filmin belirsizliğini korumak adına yer verilmiyor. Annette Stroyberg (Carmilla) ve yardımcı oyuncu Elsa Martinelli aşk ve ölüm bahçesindeki kırılgan çiçekler gibi sunuluyor. Filmin en dikkat çeken sahnelerinden biri, serada iki kadının ani yakınlaşması, bu konsepti tam olarak somutlaştırıyor. Bu, homoerotik sinemanın önemli sahnelerinden biri – arka planda yağmurdan ıslanmış kadınlar birbirlerine bir öpücük verirken seranın camlarının nemlenmesi.

Kan dökmek bu tür filmlerde eşcinsel birlikteliğe göre daha kabul edilebilir olduğundan, bu sahnenin ön plana çıkışını hatırlamak biraz garip. Dramatik yaratıcılık yönü düşünülmediğinde bile aslında bu sekans ana karakterin içinde bulunduğu temayı yansıtıyor, ödüllendirilmeyen aşkın onun en büyük laneti oluşu. Bu duruma farklı bir bakış açısı getirilirse, yaygın olarak heteroseksüel romantizmin bir sembolü olarak görülen güllerin onu reddetmekten başka çareleri yok çünkü eşcinsel tutku nedeniyle yok ediliyorlar. (daha&helliip;)

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

İyiKötüFilm Hakkında
İyiKötüFilm Röportajlar
İyiKötüFilm Bağlantılar
Extreme Haribo Giallo For Dummies Immoral Tales Kahramanlar Sinemada Korkucu Once upon in a time in Western Öteki Sinema Sinematik Ters Ninja

İyiKötüFilm Feeds


İyiKötüFilm
yeni