El Necrofago, Alman ekpresyonizminin varoluşsal ağrılarına sıkı sıkıya bağlanmış, gotik imgelere boğulmuş; oldukça karanlık, biçimsiz ve tuhaf bir kısa film. Alman dışavurumculuğuna uygun olarak siyah-beyaz ve sessiz olarak çekilen filmin adı İspanyolca “ghoul” (gulyabani, hortlak) anlamına geliyor.
Film, bir mezar-hırsızının (İspanyol korku filmlerinin kült oyuncusu Paul Naschy) mezarlıktaki bir tabutu açarak ölünün parmaklarındaki yüzükleri çalmasıyla başlıyor. Fakat Paul Naschy film boyunca yalnızca iki kez ve çok kısa aralıklarla görünüyor. Aynı zamanda filmdeki rolü pek etkin değil. Bu durum her ne kadar üzücü gibi görünse de, diğer iki oyuncunun -özellikle Alberto’nun- performansları cidden etkileyici. Mezar soygunculuğu sekansının ardından dolunaylı gecenin altında filmin protagonisti “ghoul”u görüyoruz. İçsel hüznünün dışavurumu olarak müthiş bir biçimde makyajlandırıldığını düşündüğüm Ghoul, mezarlıktaki tabutlardan birini açıyor. Tabutun içerisinde uyumakta olan isimsiz şehvet, Baudelaire’nin güzellik tanımına uygun olarak dehşetli bir güzelliğe sahip. Ghoul, karanlık arzularının yönlendirdiği ölçüde ölü bayanın dudaklarını kavrayarak onu öpüyor. Hüzünlü bir yazgıya sahip yaratığın, filmin tamamı boyunca ete olan düşkünlüğüne tanıklık ederken, etten aldığı zevkin derinliğini ‘yeme’ esnasında kendinden geçmesinden rahatlıkla anlayabiliyoruz. Film bu ve buna benzer görüntülerin ardından, on üç dakika boyunca hissedilen ekspresyonist hüzünle, duygusal bir autophagy sahnesiyle kapanıyor. Pek görselleşmese de filmin etkileyici yanını oluşturan düşünce olarak, cinsellik esnasında partneri yeme veya bedeninin belli bir bölümünü parçalama fikrini gösterebilirim. (daha&helliip;)
