iyiköfüfilm

29
Haz
2012

Beyond The Black Rainbow (2010)

Bilimkurgu Filmleri kategorilerinde yayınlandı. Yorum Yok

!f Film Festivali’nde bu yıl gösterilen, Panos Cosmatos’un ilk uzun metrajlı işi olan “Beyond The Black Rainbow” şu ana kadar izlemediğiniz türden. Yazarken bile heyecanlanmama neden olan bu filmi, tesadüfen herhangi bir beklentim olmadan denk geldiğim için mi bu kadar sevdim bilemiyorum. Yoksa festivaldeki diğer filmlerden çok farklı tatta olmasını geçtim ya da normal bir sci-fi horror ya da ‘gore’ bulunduran ciddi, aynı zamanda kendine özgü bir havası olduğu için mi sevdim kestirmek güç! Normalde herhangi bir şekilde gözümü kırpmadan perdeye odaklanmak benim için yirmi dakika sürüyorsa eğer, 110 dakika boyunca kıpırdamadan bu filmi izleyebilmek filme karşı farklı duygular beslememe sebep oldu. En başından filmde yer alan sesler ve soundtrack ise tam anlamıyla sağlam kotarılmış. Maalesef benim doğma şerefine erişemediğim 80’ler zamanlarına ait atmosferi, kamera kullanımı ve aynı zamanda filmin en sonunda ortaya damlayan 90’lar techno-disco-electro ya selam çakan nadide grup “Vitalic” in “poison lips” parçası mı beni etkileyen bilemeyeceğim fakat ortaya çıkan şey acayip bir şey. Filmin oyuncularından -“başroldekiler” şeklinde belirtmeye gerek duymamakla birlikte ki zaten full cast bir elin parmaklarını geçmiyor- Michael Rogers aslında daha önceden Chuck Norris’li “Hitman” de dikkat edilmeyen rollerden birinde yer almış. Ayrıca “X-philes”ların hatırlayacağından emin olduğum 1. ve 2. sezonlarda farklı rollerde yer alan Rogers’ın tanıdık gelmesi tuhaf değil.

Yönetmen Cosmatos tarafından yönetilen ve yazılan filmin konusu; Arboria Enstitüsü’nde gizli yürütülen büyük çaplı deneylerin arasında kobay olarak kullanılan Elena rolündeki Eva Allan ve deney sırasında bilim adamı Dr. Barry Nyle(Michael Rogers) arasındaki üstünlük kurma mücadelesi.     

Açılış sahnesini oluşturan, enstitünün kurucusu Mercurio Arboria’nın yaptığı “bilimsel” açıklamalardan sonra distopik dünya atmosferinden fırlayan, enstitünün hakkında bize fazla bilgi vermekten kaçınan senaryo ile enstitünün içindeki bir odada konuşmayan Elena ve Elena’ya bakmakla yükümlü arada bir odaya gelip giden bakıcıları izliyoruz. Doktor Nyle, Elena’yı kendi amaçları doğrultusunda kullanmayı hedeflerken hücrede tutulan Elena o kadar sıkı güvenliğe rağmen  başarılı kaçma girişiminden sonra daha önce hiç görmediği odalara ve yaratıklarla tanışma şerefine erişir. Bir nevi kedi-fare oyunu.  Psişik güçlere sahip olduğuna kanaat getirdiğimiz Elena ve onu kameradan izleyen Doktor Nyle, deneylerine bir süre sesli ikna biçimleriyle müdahale etmeye çalışırken aslında “kazın ayağı öyle değil!” mesajını öğrenmemiz için fazla da zaman geçmesi gerekmiyor.

*sürprizbozan*

Elena’ya yüklenen saatli bomba olduğu gerçeği aslında iyi mi yoksa kötü mü onu bile anlayamıyoruz tam olarak. Bu arada direk akla gelen Stephen King’in “Carrie”‘si kırmızı atmosferinden midir bilmiyorum ama daha çok selam çakıldığını düşündüğüm yine King’ten “Göz” romanının devamı niteliğinde.

*

Kubrickvari oda çekimleri,mekan kullanımı,bir süre sonra ters köşeye yatırıyormuş gibi gözükse de ciddi anlamda büyük bir çarpışma belirtisi.

Filmin şiddeti Clive Barker’ın “Hellraiser”ı tadında. Kopan uzuvlar,kan, filmde bol miktarda var. Hatta filmin kırmızı atmosferiyle kan kullanımı arasında paralellik bir süre sonra söyleyip mahvetmek istemeyeceğim ufak bir sürprize dönüşüyor.Aynı zamanda zaman zaman sanki ekranda Christian Bale izliyormuş gibi hissettiren Rogers’tan iyi bir bilim adamı olmuş.

“Kırmızı” rengine karşı ayrı bir göndermede bulunan film, işin felsefesinden çok aynı zamanda geometrik şekiller(üçgen yoğunlukta) ile göz ilişkisini de bir süre sonra (kullanmayı sevmediğim deyim)”kör göze parmak” şeklinde abartmış olsa da her şekilde izlettiriyor kendini. Kırmızı renginin yoğunluğundan dolayı filmden hemen sonra “kırmızı “nın beyne yaydığı titreşimler sonucu bir süre gözünüzün önünde kırmızı mavi ışık patlamaları yaşayabiliyorsunuz. Görüntü yönetmeninin ışıkla, kırınımla ve renklerle oynaması da keyifli olmuş fiziksel açıdan. Crononberg’in filmlerinden birindeymiş hissi yaratması da diğer eğlenceli unsurlardan. Ayrıca film, hiçbir yerde  bulunmayan soundtrack kısmı ile kafa yordurmakla birlikte(sadece theme müziği yer alıyor) arkadaşımın da yardımıyla dinleyerek (Vitalic-Poison Lips) bulabildiğimiz bir soundtrack oldu. Diğer besteler Jeremy Schmidt’e ait. Bir kısmını da Sinoia Caves’in yaptığı müzikler enfes.

Afiş görselinin de ayrıca bombastik olduğu; Mutantların, freaklerin, genetiğiyle oynanıp sonradan formu değiştirilen yaratıkların bol miktarda olduğu ama hepsinin açık şekilde gösterilmediği Beyond The Black Rainbow, türü sevenler için tam bir ganimet!

Yağmur Özdemir

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

Facebookta paylaş Twitterda paylaş Mail ile gönder



  1. Henüz yorum yapılmamış.

Yorumunuz:


İyiKötüFilm Hakkında
İyiKötüFilm Röportajlar
İyiKötüFilm Bağlantılar
Extreme Haribo Giallo For Dummies Immoral Tales Kahramanlar Sinemada Korkucu Once upon in a time in Western Öteki Sinema Sinematik Ters Ninja

İyiKötüFilm Feeds


İyiKötüFilm
yeni