iyiköfüfilm

70'li Yılların Okült Belgeselleri

70’li Yılların Okült Belgeselleri: 1970’lerde yapılmış olan doğaüstü belgesellerin çekici bir yanı var. Belki de tarzlarıdır – renkleri ve tonları zengin ve canlı ve belki de kullanılan kostümler sevdiğim bir eskilik hissi veriyor. Ya da belki de içeriğiyle ilgili olabilir mi? Modern geleneklerin saygı duyulan kurucularıyla yapılan röportajlar ve sadece gitmeyi hayal edebileceğim yerlerde gerçekleştirilen ayinler bana artık var olmayan bir zaman ve yere erişim imkanı sağlıyor.

Bu filmlerin ruh hali ciddiyet ile gülünçlük arasında gidip geliyor; bir bölümde saygı duyulan bir kişinin samimi ve düşünceli sözlerini duyarken diğer sahne sadece basmakalıp bir hal alıyor; bir sunakta dans eden çıplak bir kadın, orta yaşlı İngiliz bir adamın bir dairede koşuşturması ve çok ama çok sayıda siyah kadife giysiler.

Bazı durumlarda bu filmler ortalama televizyon izleyicisinin ağzı açık bakması için çekilmiş ve ortaya koydukları yapaylık gerçekten insanı esir alıyor. Ama yakından baktığınız zaman bunların popüler medya ile nasıl dikkatle tartılmış yakınlaşmalar olduğunu görebilirsiniz: filme alınan, uzun süredir sürdürülen yöntemler toplumun geneline onların da var olduğunu açıklamak için ulaşıyor.

Günümüzde dijital teknoloji sayesinde bu 70’li Yılların Doğaüstü Okült Belgeselleri orijinal filmin çürümesi için yeterli bir zaman sonrasında hayat buluyor ve ilk başta amaçlanandan daha fazla seyirciyle buluşuyor (bu filmlerin tümüne günümüzde internet yoluyla erişilebiliyor).

The Power of the Witch (1971)

BBC yapımı Power of the Witch ilk olarak BBC’de 1971 senesinde yayınlandı ve bu dönemde İngiltere’de cadılığın bir çeşit yeniden yaygınlaşmasını gün ışığına çıkardı. Kısmen küçümser tavırlarıyla Michael Bakewell açılış sahnesini takip eden anlatımı sundu:

“Gerçekten bununla ilgili tehlikeler var mı yoksa bunlasın hepsi bir yanılsama mı? Ve bunların hepsi yalnızca bir yanılsamaysa neden oldukça zeki insanlar neredeyse buna inanıyor?”

Yapımcının şüpheciliği fark etmeksizin ekranda bazı mucizelere tanık oluyoruz. Bu filmlerin yakalamış olduğu en değerli şeylerden biri görüntüler ve büyünün nasıl işlediği hakkındaki tartışmalardır: Eleanor Bone’un cadılar meclisinin yakın bir arkadaşları için bir şifa ayini gerçekleştirmesi; Alex ve Maxine Sanders’ın –televizyonda bilinen simalar olarak tanıtılmışlardır- Michael’in ruhu yoluyşa kanser tedavilerine yardımcı olmaları; ve Doreen Valiente’nin canlandırdığı Diana’nın duasının bütün bunların geçerliliğinin sorgulandığı nokta haline gelmesi, cadılık faaliyetlerinde bulunanların zihin sağlığı. Görüntüler üzerinde Bakewell’in sesinin söylediği gibi ayin sırasında “Diana bizlere görünmemiştir”.

Buna karşılık olarak Valiente şu açıklamada bulunur:

“Bu eski ayinin ruhunu, kameralar, teknisyenler ve bu gibi şeyler ile sarılmış olduğumuzu bilirken çağırmak oldukça zordu. Ama ayin neredeyse sonuna yaklaştığında atmosferin oluştuğunu hissettim ve başkalarının da bunu düşündüğünü biliyorum. İşte ayinin yaptığı şey de bu, bir çeşit pantomim şeytan ya da onun gibi bir şeyi cehennemden çağırmıyor. Bu sizlerin zihninizi etkileyen ve sizin hayatınız, hisleriniz ve düşüncelerinizi işleyen bir şey.”

O kamera sizi incelerken siz de Valiente gibi beceriksizce davranmaz mıydınız? Yapımcılar onu az da olsa küçük düşürmüş olsalar da o da kendi adına konuşma ve kendini savunma hakkını buluyor. Cadılar ve Paganları meşrulaştırmak ve meşrulaştırmamak arasında gidip gelmesiyle bu filmin genel temasını oluşturuyor ve inançsız halkın sesine daha fazla yer veriyor.

The Power of the Witch Real or Imaginary

The Legend of the Witches (1970)

Malcolm Leigh’nin Legend of the Witches (1970) adlı çalışması bazıları tarafından cadı konulu belgesellerin “The Citizen Kane”i olarak adlandırılmıştır – bu dönemde çekilen ve cadılığın yeniden canlandırılması ve halkın buna karşı artan ilgisini paraya çevirmeyi amaçlayan filmler cadı filmleri olarak adlandırılmıştır.

Bununla birlikte bu çarpıcı kompozisyonlarıyla siyah-beyaz çekilmiş bir filmdir ve zamanında bir önceki on yılın vermiş olduğu uyuşturucu hissinden zaman zaman dozlar içeren ürkütücü bir his verir. Muhtemelen heyecan arayan yaşlı adamların gideceği varoş sinemalarda gösterilmesi amaçlanan bu film aynı zamanda cadıların yaradılış hikayesini, cadılığa kabul ayinlerini ve Paganizmin Hıritiyanlık tarafından baskılanmasını betimleyen ciddi bir anlatım içermektedir.

Anlatıcı Paganların tarihi ve “şüpheli” ayinlerini detaylarıyla açıkladıktan sonra onlar üzerinde Hıristiyan kilisesi tarafından uygulanmış olan “barbarca ve baskılayıcı kanunlar ve zulümden” bahseder. Genç bir hamile kadına uygulanan zulmün detaylı bir anlatımına yer verilir. Oldukça büyük bir gebe göbeğine sahip oldukça çekici bir oyuncu bir tepede durmaktadır. Onun gördüğü zulmü duymak oldukça travmatiktir ve her ne kadar bu canlandırmanın sempatik olması amaçlanmış olsa da bir nevi sapkındır.

Filme dahil edilen sahneler arasında Cornwall’ın Cadılık Müzesinden görüntüler yer almaktadır. Bu müzeyi ziyaret etme fırsatı bulamamış olanlar için bu görüntüler  müzenin 1970’lerdeki haline ışık tutmaktadır. Vitrinde sergilenen parçalar ve diyoramalar dramatik bir şekilde aydınlatılmışken müzenin odaları genellikle karanlıktır. Çok sayıda keçi boynuzu, el yazması mektup ve anlatıcı tarafından “nefret edilesi anıt” olarak adlandırılan kukla sergisini görürüz.

Sapkın his ve doğru belgeleme arasındaki gerilim oldukça iyidir. Alexandria tarzı cadılığın eş kurucuları Alev ve Maxime Sanders filmin ayin görüntülerinde ön plana çıkmaktadır. Daha önce diğer Pagan belgesellerinde de boy göstermişlerdi: çok daha skandal yaratan, saldırgan ve yaratıcı bir şekilde çekilmiş olan Witchcraft ’70 (1970) ve Secret Rites (1971) her ikisi de cadı filmlerinin belirgin örnekleri arasındadır.

Legend of the Witches

Satanis: The Devil’s Mass (1970)

Satanis: The Devil’s Mass, Rayy Laurent’in Anton LaVey’in Şeytan Kilisesi hakkındaki belgeseli bu listedeki filmler arasında en objektif olanıdır. Laurent’in yönetmenliği farkını gösterir gibidir ancak aynı zamanda o kadar da odaklanmış değildir.

Kilisenin faaliyetlerini sürdürdüğü San Francisco’daki adı çıkmış Black House’ta çekilen filmde bazı belgesellerde sıkça rastladığımız yoğun anlatım olmaksızın tarikatın ayinleri ve kişiliği hakkında son derece iyi bir görüş elde ediyoruz. LaVey ve takipçilerine hem kendi başlarına hem de grup içerisinde bol miktarda konuşma şansı veriliyor ve konuştukları konular kilisenin ciddi inançlarında halkın onlar hakkındaki gülünç düşüncelerine kadar değişiyor.

Kilisenin komşuları da endişelerini anlatmak için kamera karşısına çıkıyor; yaşlı bir adam onların tavırları ve çimleri biçmemeleri konusundaki düşüncelerini anlatıyor ve kapı kapı gezen Mormonlar elbette grubun politikasından memnun olmadıklarını belirtiyor. Röportaj yapılan kişiler basit bir tek taraflı anlatım yerine gerçekten de olduğuna inandığım bir karmaşıklığı yansıtan çeşitli yanıtlar veriyor.

Kilisenin hemen yanında yaşayan bir kadın LaVey’in iyi görünüşünden etkilenmiş gibi görünüyor. Aynı zamanda bu kadın Kilise hakkındaki birçok dedikodunun da kaynağı ve Diane Hegarty’nin Satanist ile aynı evde yaşamak için göstermiş olduğu cesaret hakkında “bir aslanı evcil hayvan olarak tutan bir adamla evlenmek için özel bir kadın gerekir” diyor. Başka bir genç kadın Satanistleri inançları ve uygulamaları yüzünden suçlayamayacağını söylüyor; sanırım San Francisco ruhu böyle bir şey.

Bu film hakkında benim için en ilginç şey sanırım filmin “seti”; her ne kadar Black House 2001 senesinde yeni evlere yer açılması için yıkılmış olsa da bu filmde ev içi yaşamı görme şansını buluyoruz. Duvarlar simsiyah boyanmış ve LaVey’in posteri koleksiyonu ve kendisi ve diğerleri tarafından yapılan tuvaller ile donatılmış. Onu mor kitap raflarının yanında şarap bardağından içkisini yudumlarken görüyoruz. Bir nevi ucuz doğaüstü eşyalar; kendisinin “memento moris” olarak tanımladığı kafatasları ve tılsımlar ile çevrilmiş bir şekilde.

Satanis The Devil's Mass (1970)

Kenneth Anger: Film as Magical Ritual (1970)

Bu belgeseli ilk seyrettiğimde beni benden almıştı; Alman televizyonu için yapılmış ve başrahibin kayıttayken büyü yaptığı sürece, Lucifer’in Yükselişine tanık olmamız için bir göz atmamızı sağlayan bir film.

Dangerous Minds’tan tanıdığımız Richard Meztger’e göre filmde:

“Anger, Aleister Crowley’den esinlendiği sanat teorilerini tartışıyor: Kamerasını bir sihirbaz değneği gibi kullanması ve filmini yaratması , aktörleri hakkında insanlar değil de elementsel ruhlar olarak düşünmesi çarpıcı. Gerçekten de bu seçimlerini yaparken astrolojiden yardım almıştır.

Bu Anger’ın her yerde kullandığı sinematik yönteminin doğrudan bir açıklaması.  Onun eserleriyle ilgilenen ve onu sanatsal gücünün doruğundayken görmek isteyen herkesin görmesi gereken bir etkileyici bir eser.”

Gerçekte kimin seçimleri yapıyor olduğu sorusuna gelince kesin bir şekilde Kenneth Anger diyebiliriz. Dördüncü duvar yıkılmıştır ve kamera ardındaki büyüyü görebiliriz. Kamera önüne çıkmakta çekinceleri olan yönetmen istediği gibi görünür: “magenta ışıkla aydınlatılmış ve büyülü “savaş tanrılarının” Lucifer Rising’in sonunda dönüp durduğu bir uyduruk sunakta” röportajını verir.

Magical Ritual (1970)

Tolga Demirtaş (tolga@iyikotufilm.com)

 

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

Facebookta paylaş Twitterda paylaş Mail ile gönder



  1. Henüz yorum yapılmamış.

Yorumunuz:


İyiKötüFilm Hakkında
İyiKötüFilm Röportajlar
İyiKötüFilm Bağlantılar
Extreme Haribo Giallo For Dummies Immoral Tales Kahramanlar Sinemada Korkucu Once upon in a time in Western Öteki Sinema Sinematik Ters Ninja

İyiKötüFilm Feeds


İyiKötüFilm
yeni